Cephane bitince...
Ülkemizin her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğu şu günlerde bazı basın kuruluşlarını güvenilmez bularak toplantılarımıza çağırmamanın, ne özde ne de sözde doğru bir tutum olmadığını görüyor, müsait bir adım atmak üzere hazırlık yapıyordum ki... bir baktım toplantıya zaten gelmemişler.
Ee, haliyle yapacak bir şey kalmamıştı...
*
Doğrusunu isterseniz tam da "acaba ne söyleyim, ne gibi bir konu bulayım da, kurultayın ucu görünmüşken etkili bir atak yaparak hem ülke gündemine oturup, hem parti içindeki münafık muhalifleri susturayım?" diye düşünürkeen.... bi baktım cephanem bitmiş. "Amanin tez cephane yetiştirin, beni şu dar günümde fişeksiz bırakmayın" diye kendimle cebelleşirken -bakın şu işe- birden bir ilham geldi; açtım dosyayı... Açtım ki, tam bir açılım; içinde barış var, ekonomi var, istihdam var, eğitim var, jeopolitik var, siyasi uzak görüşlülük var.
Dedim ki, çağırın bre basını, şöyle dört başı bayındır bir toplantı yapsam gerektir! Nitekim ertesi gün, "yahu bu akıllar nasıl bir akıllar; kırk yıl düşünsek aklımıza gelmezdi, vay Allah razı olsun" diye her taraftan tahsinler, bravolar, aferinler...
Şimdi durum fena değil, fakat zannediyorum kapak takımındaki tutukluğu tam gideremedik. Artık önümüzdeki maçlara bakacağız; böyle bir dosya daha açsam kurultayı götürürüm yüzde yüz.
*
"Askerlik hizmetinden kaçılır mı hakim bey; tam askere gitmek üzere kendimi toparladım, nah şuramda bir ağrı, öksürük felan. Şüphelendim bittabii. Bu doktor arkadaş var; gittim yanına, sırtımı dinledi. Tüberküloz dedi. Ben askere gideceğim diyorum, o tüberküloz diyor. Yav önemli değil, ben yaparım vatani vazifemi diyorum, o, "olmaz, hastalığını erata bulaştırırsın; senin askerlik yapman mahzurlu" diye dayatıyor. Çaresiz gittik askerî hastaneye, tam hatırlamıyorum; şu raporu verdiler.
Bi kötü oldum, bi fena oldum!
Cepane var, silah gıcır, turnayı gözünden vuracak derecede keskin nişancıyım; alın beni askere diyorum yani. Asılıyorum tetiğe. A.. namlu şişmiş...
Sonradan o rapor şöyle böyle dediler; valla ben doktorların yalancısıyım efendim.
*
Yav patron ne bileyim; bu numarayı eskiden de çekmiş, tutturmuştum; hatta siz bu yolla sızdırdığım bilgiyi güle oynaya manşete koymuş, sırtımı sıvazlamıştınız, hatırlarsınız...
Neyse... baktım durumlar karışık; hiçbir yerden bilgi gelmiyor. Haber sayfaları, köy garajları gibi sâkin, âtıl. Bana ekşın lâzım. Açtım telefonu felan karargâha. Santralcı er çıktı. Dedim, "oğlum ben Tümgeneral Yılmaz, bağla bakayım âmirini" Bi sessizlik oldu, sonra "buyrun paşam, ben filanca" diyen bir ses kendini tanıttı. Dedim, "yav komutan neler oluyor orada, anlat bakayım, yalnız tane tane anlat ki sonradan teybi deşifre ederken yalan yanlış şeyler yazmayım gazeteye". Sonradan anlıyorum ki bu son sözlerimden huylanıp araştırmışlar; bizim gazetenin santral numarasına kadar takib edince de...
E, patron kırk yıl taban eti bir gün av eti; cepane var, hedef kuzu gibi açıkta yatıyor, silah gıcır fakat son anda uyandılar; numarayı rezil ettik.
Eskiden böyle miydi; gez, göz, arpacık; tak! Manşet.
*
Ben var bilmiyor hakem su sevmemek; aldi ben şişe for suyu içmek; içti, içti, içti, bitmemek su; artani var, yaziik... ben var for çimleri sulamak için dökmek, yaziik. Baktim linesman var orada, islamiis. Ben yok yapmak kasit. Ben çimleri sulamak, linesman orada ne aramak? Maç bitti var ben linesman'ın elini sıkmak; o istememek; ama çok ayiip; ben uzulduu. Yok kasitli hareket. Yazik Karlosaa.