Cemil Meriç'in Kırk Ambar'ına ne oldu?
Aksiyon dergisinin 615. sayısında (18 Eylül 2006) Muhsin Öztürk ilginç bir kitap hikâyesi kaleme aldı. "Bu bir Jurnaldir" başlıklı yazıda Öztürk, Cemil Meriç'in Kırk Ambar isimli eserinin oğlu Mahmut Ali Meriç tarafından "yeniden yayına hazırlama"sını ele alıyor, kitabın yeni baskısında M. Ali Meriç'in eleştirel bir yaklaşımla metinlere müdahale etmesini, ilgililerin görüşlerine müracaat ederek irdeliyordu.
"İlgililer" içinde sadece bir isim görüş belirtmekten kaçınmıştı: Aksiyon dergisi adına yapmayı kabul ettiği mülakata bir gün kala görüşmenin "süresiz ertelendiğini" belirten Mahmut Ali Meriç, gerekli tüm açıklamaların 'önsöz'de yapıldığını ileri sürmüştü. Diğer ilgililerin görüşleri ise birbiriyle pek uyuşmuyordu. Cemil Meriç'in sekreterliğini yapan Halil Açıkgöz'e göre Mahmut Ali Meriç'in yaptığı, babasının eserlerini bugün yeniden okunur hale getirme çabasıydı ve önemli bir emek mahsulü olduğu için takdir edilmeliydi: "Tek kelimeyle müdahale etmeye hakkı var." diyordu Açıkgöz ve ardından şu garip mantık mütalaasını zorla yürütmeye çabalıyordu: "Metin meydana çıktığı anda başlı başına müstakil bir şahsiyet hüviyetine kavuşur (burası doğru/ATA.) Bu, her türlü müdahaleye, yani anlamaya, anlamlandırmaya, çözümlemeye, etik ve kanuni haklar içerisinde kullanılmaya, müdahaleye açık olmak demektir (ikinci cümlenin hiçbir hükmü doğru değil, ATA.)" Açıkgöz'ün hukuk mantığına göre eserlerin nasıl yayımlanacağı konusunda hak, çocuklarına sulben gelmekteydi ve buna hakları vardı!
Cemil Meriç'in kızı Prof. Dr. Ümit Meriç de yapılan işten pek hoşnut olduğunu gizlememişti. Ağabeyinin titiz çabasından ötürü ona teşekkür ediyor, babasının da memnuniyetini hissettiğini ileri sürüyordu. Ağabeyinin yaptığı çalışmanın Cemil Meriç'in rızasına "tamamen uygun" olduğu kanaatindeydi. Babası yaşasaydı, bundan daha farklı bir metin ortaya çıkmayacaktı ve bundan Ümit Meriç olduğuna emin olduğu kadar emindi. Alev Alatlı'nın hükmü ise netti: "Ölümünden sonra külliyatın düzeltilmesi küstahlık"tı. Cemil Meriç bir şeyi onaylayıp basılmasına izin vermişse, onu o haliyle bırakmak gerekirdi.
Bu konuda belki de hiç sesini çıkarmaması gereken ilgililerden biri olan İletişim yayınları ise, Mahmut Ali Meriç'in sağlığında babasının editörlüğünü yaptığını, bu sıradışı emeğin Cemil Meriç okumuşlara düşünce sistematiğinin evrimini ve tefekkür dünyasının zenginliğini görme imkanı sağladığını savunurken Mustafa Armağan ve Dücane Cündioğlu, Mahmut Ali Meriç'in yaptıklarını ilmen ve vicdanen doğru bulmadıklarını açıklamışlardı.
Yeri gelmişken Muhsin Öztürk'ü, hazırladığı güzel haber dosyasından dolayı tebrik etmeliyim. Bu dosyayla ilgili olarak benden de görüş istemiş olmasına rağmen henüz kitabı görmediğim gerekçesiyle söz söylemenin gereksizliğini belirtmiştim. Dergideki dosyanın yayınlandığı gün, kitap da postadan çıkıverdi.
Bu halefin selefine yaptığı...
Önce o meşhur önsözü okudum, ardından Kırk Ambar'ın 1980 yılında Ötüken tarafından yayınlanan ilk ve (son) orijinal nüshasını kütüphane rafından çekerek Mahmut Ali Meriç'in neyi nasıl yaptığını anlamaya çalıştım. Tesadüfen seçtiğim örnek, asıl nüshanın 417. sayfasındaki, "Felsefenin paslı kilidi: Hürriyet" unvanlı makaleydi ve bu yazı, Mahmut Ali Meriç nüshasının 349. sayfasında yer alıyordu.
Hayrülhalef editör, yazının henüz ikinci satırında Cemil Meriç merhumun "sözde aydınlar" tamlamasındaki "sözde" sıfatını budayarak, babasının nitelemesini sadece "aydınlar"a indirgemekte beis görmemişti; aradaki anlam kaymasını hissedebilmeniz için her iki cümleyi sırayla iktibas ediyorum:
Asıl nüsha: "Determinizm çelik bir korsa. Daha girift, daha esrarlı, daha cihanşümul bir gerçeğe sözde aydınların taktığı ad."
Hayrülhalef nüshası: "Determinizm çelik bir korse. Daha girift, daha esrarlı, daha cihanşümul bir gerçeğe aydınların taktığı ad."
Düzeltmen, babasının inşâ tarzını beğenmemiş olacak ki, tek paragraflık giriş kısmını üç paragrafa bölmüş. Mâsum bir müdahale mi; bence değil. Paragrafın başladığı ve bittiği yer dahi üslûbun muvacehesindedir çünkü, paragraf vurguyu da ihtiva eden önemli bir şekil unsurudur.
"Ezelî Sır: Kader" arabaşlığı ile mukayeseye devam ediyor ve yine küçük bir virgül, büyük bir anlam temizleme müdahalesi ile karşılaşıyoruz. Cemil Meriç'in cümlesi şöyle: "Kader, ezelden ebede kadar câri ahval ve hâdisata hâkim olan küllî ilâhî hükümdür."
Hayrülhalef nüshasında bu cümle şöyle "düzeltilmiş": "Kader, ezelden ebede kadar câri, ahval ve hâdisata hâkim olan küllî hükümdür."
Evvela virgülün yerini berkitelim. C. Meriç, cümlesinde kaderin, ezelden ebede kadar câri (geçerli, hükümfermâ) bir hüküm olduğunu nitelerken câri kelimesinden sonra virgül koymaya lüzum hissetmeyerek doğru tercihte bulunuyor. Oğul Meriç ise zâhir, "babam ihmâl etmiş" diye atıyor virgülü ve anlamı rekâkete uğratıyor.
"Külli hüküm" ile "külli ilâhî hüküm" arasındaki anlam farkı ise, olsa olsa oğulla babanın arasındaki anlam içtihadı farkı olsa gerektir.
Hemen sonraki cümlede Cemil Meriç, "Kader, ölçüp biçip hüküm vermek; kaza ise.." derken oğlu, yarım cümleyi şöyle yorumlamış: "Kaderi ölçüp biçip hüküm vermek; kaza ise..."
İlki üslûptan işaret veriyor, ikincisinin böyle bir mazhariyeti ve meziyeti yok çünkü cümlenin gramer yapısı bozuk. Sakın sehiv olmasın?
Bir sonraki cümlede bir başka müdahale. Cemil Meriç, "..yani ezelde verilen hükmü ademden fiil haline getirmektir" derken oğlu "ademden" kelimesini, zâhir biz cahiller anlamayız diye apostrofla bölüyor: "adem'den"
Alttaki cümlede bir başka virgül cinayeti daha: "İslâm'da her şeyin takdir-i ilâhî ile yani kadere tevfikan vücuda geldiğine inanmak şarttır" cümlesini "düzeltmen editör", tam da tevfikan kelimesinin böğrüne münasebetsiz bir virgül saplayarak katlediyor. İki satır sonra küçük bir Cemil Meriç paragrafının, düzeltmen tarafından beğenilmeyerek budandığına şahit oluyoruz. Ardından, Said Nursî'den Cemil Meriç'in yaptığı iktibas özetinin yerine Kader Risalesi'nden yapılmış uzun iktibasları görüyoruz.
Bir başka gariplik daha: Asıl nüshada Cemil Meriç ısrarla "irade-i cüz'iyye" imlâsını kullanmış, oğul Meriç ise bir başka ısrarla bu ibareleri "irâde-i cüzziye" ile değiştiriyor (s.354-360). Bütün lugatlerde bu terkibin imlâsı Cemil Meriç'in tercih ettiği şekildedir ve oğul Meriç'in 'cüzziye" tâbiri hiçbir lugâtte yer almamaktadır.
Uzatmayalım; son örnek, aynı makaledeki "Hürriyetçi Nazariyeler" altbaşlığından. Evvela baba konuşuyor: "Sartre'a göre hürriyet insan hayatının temel gerçeği, 'insan seçen bir hürriyet. Hür olmamak elinde değil, mahkûm hürriyete.' Hürriyetin içine fırlatılmışız, Hürriyet insanın alın yazısı âdeta"
Sonra oğul sazı alıyor eline: "Sartre'a göre, hürriyet, insan hayatının temel gerçeği. İnsan her istediğini seçmekte hür; ama hür olmayı, var olmayı seçemiyor, çünkü 'hürriyete mahkûm', çünkü 'içine fırlatılmış' hayatın. Tamamen hür ama hürriyetinden vazgeçme hürriyeti yok."
Tahmin edebileceğiniz üzere, "Bakalım Mahmut Ali Meriç, babasının eserine nasıl katkılarda bulunmuş ve onu zenginleştirmiş" düşüncesiyle giriştiğim karşılaştırma ameliyesini burada terk ettim; çünkü okumaktan korktum. Sinirlerim bozuldu desem yeridir.
Dur okuyucu, biraz bekle ve dinle...
Sözün nihayetinde, bir mevtânın fikrî eserine vârislerinin nasıl ve hangi ölçüde müdahalede bulunabileceği yollu bir tartışma kalemi açmak niyetinde değilim. Oğlu da, kızı da yapılan işten memnun ve müsterih olduğuna göre işin hukuki münakaşasını yapmak bana düşmez. Babalarının eseridir, dilediklerini yaparlar; yapmışlar da zaten.
Benim sözüm, "Cemil Meriç'in eseri yayınlanmış, alıp da istifade edelim" diye düşünen genç okuyuculara.
Dur okuyucu, dur; biraz bekle ve beni dinle. Cemil Meriç'in Kırk Ambar'ında yazılanları merak ediyorsanız, çaresiz 1980 Ötüken nüshasına müracaat edeceksiniz; biliyorum, basılalı neredeyse otuz sene geçmiş, bulunmuyor ama başka çareniz yok. Zira Kırk Ambar Cilt 2 nâmıyla yayınlanan eserde Cemil Meriç'in fikirlerine ancak ana hatları itibariyle temas edebilme imkânınız var, yani "rü'yâda taaşşuk" gibi bir şey. Yeni baskıda Cemil Meriç'in vurgularını, üslûp keskinliğini, hatta cümlesini bulmak, muharref İncil'in içinde Cenab-ı Hakk'ın vahyini bulmak kadar meleke isteyen, muğlak ve hâyide bir gayret olacak çünkü.
Mahmut Ali Meriç'in, babasının te'liflerini düzeltmek veya "rahmetli de olsaydı böyle düzeltirdi" mantığıyla metinlerini başkalaştırmak gibi bir hakkı yoktur; en azından ilmen ve vicdânen bu böyledir. Düzeltmen eğer bu konularda kalem oynatmaya meraklı ise, kendi ismini taşıyan te'liflerini yayınlaması beklenir. Yapılanı mâzur görenlere gelince...
Ne denir bilmem ki; ne denir?