Canımızı acıtsa da...
Canımı acıtıyor ama söyleyeceğim: İşin bu raddelere varmasında ana sebep, güvenlik güçlerimizin, saldırganı caydıramayışıdır.
Otuz seneden beri gerilla eğitimi görmüş PKK'ya karşı güvenlik güçlerimiz, -bırakınız caydırmayı- yer yer kendi güvenliğini bile sağlayamayan bir zaaf gösterdi ve bu hâl belimizi büktü.
Bunun iki sebebi var; ilki ordumuzun kurum halinde muhariplik ruhundan uzaklaşmasıdır. Defalarca yazmaktan usanmadım: Bir ordunun kalitesi, muharebe ruhunun yüksekliği ile ölçülür. Muhariplik ruhu, askerliğin tarifinden başlar; askerlik, evet kısaca ölmek ve öldürmek mesleğidir. Koruyucu sınıfın vazifesi Eflatun'dan beri aynı. Düşman caydırmaktan çok el altından ülke yönetmekle, dış düşmandan ziyade içerdeki düşmanla uğraşırsanız muharebe ruhu pörsür. Gediğinizi yüksek harp teknolojisiyle yamamaya çalışırsınız ama işe yaramaz. İkincisi orduda yanlış personel yaklaşımının acı sonuçlarıdır. Gerillaya gerilla gibi düşünen ve savaşan güçlerle cevap verebilirsiniz. Bu mantık bir ara benimsenmişti, 28 Şubat civarlarında "Emniyetçilerin eline ağır silahlar geçiyor; bunlar bize alternatif olacak" endişesiyle vazgeçildi. Uygulaması pek iyi değildi ama temelindeki mantık doğruydu özel harekat timlerinin. Profesyonel orduya geçmek için nedense bir türlü hazırlık sürecini tamamlayamadık. 700 bin kişilik ordumuz var ve ülke sınırları içinde askerlerimizin can güvenliğini sağlayamıyoruz; PKK defalarca asker kaçırıp pazarlık yaptı; geçen hafta yine asker kaçırdılar.
CHP'nin bu zafiyeti, "Generaller tutuklandı, ordunun morali bozuk" bahanesiyle izaha yeltenmesi Kılıçdaroğlu kadar CHP tipi muhalefetin bilgi ve algı arızasını gösteriyor. Kılıçdaroğlu, ne yazık ki liderlikte Şahan Gökbakar'ın unutulmaz politikacı karakteri Hayri Gülle'nin gerisinde kaldı!
Güvenlik güçlerimiz, 30 senedir Ankara'daki siyasetçinin elini güçlendirmiyor. Barışı, güçlü olanlar yapar. Devletin eli güçlü değil, zayıf; çünkü şakîyi caydıramıyor; buna mukabil kendini devlete muhatap sayacak kadar şımaran BDP ve türevlerinin dili fırıncı küreği gibi oldu. BDP, elindeki altın imkânı kötüye kullandı; meseleyi Meclis'te tartışmak yerine çocukça bir küskünlük oyunu ile Ankara'ya rest çekerek Diyarbakır'da demokratik özerklik ilan etti ve böylece demokratik özerklik imkânını da kirletti. Şurası açık, BDP, dağdaki silahlarından aldığı güçle düzde siyaset yapıyor; o silahlar susturulmuş olsaydı, Kürt meselesini şimdiye kadar on defa çözmüş olurduk. Bu hâletle barış filan olmaz; Kürt meselesi yeni anayasada kendini hissettirmez. Hükümetin elini bağlayan da budur: O silahlar susturulmadan atılacak adımı, AK Parti'ye oy verenler bile affedemez.
PKK'nın, BDP'nin esas derdi Kürt halkını temsil ve şartlarını iyileştirmek değil. Bölgede anti-Türkiye lobisinin çıkarlarına hizmet. Bir şekilde Türkiye'nin başağrısını eksik etmemek, iç kavgayı diri tutmak, savunma harcamalarına büyük meblağlar ayrılmasını teşvik ederken ülkenin fiilî savunma ihtiyaçlarını alt seviyede tutmak. Denklem basit; güçlü Türkiye, kimin başağrısı ise PKK inisiyatifindeki silahlı Kürt hareketi o güçlerin uzantısıdır. Öyle olmasaydı şartların en elverişli noktaya yükseldiği bir demde meseleyi çözmek için yeniden başladığımız yere dönmezdik. Kürt hareketinin tabii sözcüleri ise bir avuç silahlı propagandistin rehinesi durumunda.
Şimdi başladığımız yerdeyiz ve başlangıç noktası şudur: Beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz, yerden yere vurduğumuz şu devlet idaresine karşı silah çeken, güvenlik güçlerince mutlaka ama mutlaka pişman edilmelidir. Arazide kendi güvenliğini sağlamakta sıkıntı çeken bir güvenlik sektörünün desteği ile diplomasi yapılmaz. Ordumuzu "ağır ağır acele" ederek reorganize etmeliyiz. Öncelikli ve âcil ihtiyaç budur.