Canan'ın cenâzesinde...
Efendimiz, bir sahâbesine demişti ki, "Sen bu dünyada bir garip gibi yaşa veya bir yolcu gibi ol ve kendini ölmeden kabir ehlinden say". Yolun ikiye ayrıldığı, o müthiş dramatik çatallanmanın başladığı yer. Hayatı hiç ölmemek üzerine kurmak veya varlığımıza bir garip imişiz gibi mânâ vermek; bu noktada insanlar kabaca ikiye ayrılıyor işte:
Tırnaklarını hayata geçirenler ve ölümü hiç unutmayanlar!
Belli ki İbrahim Canan hoca ikincilerdendi. Ben onun ömrüne değil, cenâzesine şahit oldum. Bizim mahallenin küçücük çarşısında birkaç kere karşılaştığımız, İslami Araştırmalar Merkezi'nde selamlaştığımız oldu elbette. Kendisini gıyâbında Toynbee'den tercüme ettiği "Tarihçi Açısından Din" adlı tercümesinin dört başı mâmur diliyle hatırlıyorum. Cenazesi, Bağlarbaşı'nda Marmara İlahiyat'ın Camii'nden kaldırılacak diye duydum. İSAM'a iki adımlık yer. Camiin dış avlusuna girmek neyse fakat revaklı şadırvanlı iç avluda bir seccadelik boş yer bulabilmek mümkün değil.
Şâhâne bir izdiham!
Niçin şâhâne anlatayım: Bazı cenazelerde görmeyi kanıksadığımız iğreti mâtem teessürlerinden eser yok; ilk defa gören, içeride helva, börek dağıtılıyor da ahali onun için tehâcüm ediyor zanneder. Âdeta mesrûr, şâd ü handân bir iklim. Hacı uğurlama törenlerinde bazen böyle olur; hem üzülür ama daha çok sevinirsiniz, tam öyle bir hâlet. "O gitti, hem de adam gibi gitti; böyle gidiş darısı hepimizin başına" der gibi cami cemaati.
Bu, karşılaştığım farklılıkların ilkiydi.
Ezan okundu; içerisi, dışarısı hıncahınç dolu; bir secdelik yer tutya olmuş. Önümdeki genç adam, gıcır takım elbisesinin ceketini çıkarıp taşın üstüne yatırdı; niceleri de öyle yaptılar. Al sana seccâde; öyle seccâde ki böyle bineklere binmesini bilenleri uçurur ötelere. Namaz bittikten sonra içeriden anons,
- Kimse yerini terk etmesin; cenâzeyi içeriye mihrâbın önüne alacağız; herkes durduğu yerde ayağa kalkarak cenâze namazını kılacak; izdihâma yol açmayacağız!
Peki, eyvallah, ne güzel, ne âlâ bir uygulama. Sonra, "Allah için namaza, Efendimiz için salâvata, merhûm için duaya niyet"; sonra o titretici "Nasıl bilirdiniz?" suâli. Gümbürdeyen bir haykırış "İyi bilirdik", "Hakkınızı helâl eder misiniz?" "Helâl olsun" tarrakası, hem de üç kerre.
İstanbul'daki cenâzelerde merhumun ardından küçük konuşmalar yapmak âdeti var. Bir mesai arkadaşının sözü, herkesin içine kazınması gereken cinsten bir şeydi: "Cânan Hoca'yı biz hiç dedikodu ederken görmedik, duymadık!"
Bizim ardımızdan da böyle söylenir mi acep; haydi ölmeden önce ölelim de ince hesaplara dürülelim!
Sonra yine ömrümde ilk defa gördüğüm o tablo: Zaten kıpırdanmak ihtimâlimiz yok. Hafiften başlayan tekbirler refakatinde camiin kapısından tabut avluya doğru kaymaya başladı. Kimse hareket etmediği halde yüzlerce elin binlerce parmağından aldığı küçük dokunuşlarla tabut eller üzerinde uçar gibi, kayar gibi, yüzer gibi, yürür gibi hareket ediyor.
Arkamdan birileri, "Aman Ya Rabbi; böyle uğurlanmak için insanın hemen ölesi geliyor" dedi; aman Ya Rabbi, böyle temennîye kim inşaallah demez ki?
Adam gibi ölmek için adam gibi, Cânân gibi yaşamak lâzım; öğrendik, kârımızdır!
Not: Aynı günlerde Ergun Göze Ağabey'imizi de kaybettik. Eşine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Hizmetleri unutulmayacaktır inşallah!