Çamura yatmayalım
Maç başladı; pankreas müsabakası gibi bir şey. Maç, ânında "kim daha çok çamur sıçratacak" tarzında bir eğlencelik gösteriye dönüştü. Futbolu boşverdik, çamurdan da öte zifosu andıran yağlı karabalçığa bulanan oyuncuların hangi takımdan olduğunu kestirmeye çalışıyoruz.
Sair zamanda burnundan kıl aldırmayan UEFA böyle bir sahada nasıl maç oynatır anlamak mümkün değil. Galatasaraylı futbolcular, "onlar da aynı şartlarda top oynadı; bahanemiz yok" filan diyorlar ama bu mantık temelden sakat. Sakatlık şurada, Tromsö futbol takımı yerine on bir tane koşan ve yapılı adam koyunuz, Barcelona'yı bile yenebilirler, çünkü kötü saha, futbol standartını kendi seviyesine indiriyor; o sahada sergilenebilecek futbolun azamisi budur işte. Sahayı ve şartları daha iyi tanıyan Tromsö takımı, balçıkta top oynama tecrübesinin verdiği avantaj ile Galatasaray'a galebe etti. Maçın yegâne anlamı bu; altyapı bozukluğu futbol oyununun teknik güzelliklerini en basit ve en kötü seviyeye indirdi. İkinci yarının ortalarında, "aman bir kaza golü yemesek" derken gol geldi, "ikinci gelirse rövanş zora girer" diye endişelenirken de maç bitti.
Sir Thomas Gresham "Kötü para iyi parayı dolaşımdan kovar" demişti XVI. yüzyılda; bu umdeyi genel mânâda kötülüğün iyiliğe galebe etmesi şeklinde de yorumlayabiliriz. İnsânî müdahale olmazsa kötülük her yerde ve her zaman iyiye üstün gelecektir. "İnsânî müdahale" ise dünyayı daha yaşanılır ve kahrı çekilir bir yer kılmak için bütün insan nesillerinin çağlar boyunca "iyi" nâmına verdiği mücadele ile biriken şeyler: Sefâlete karşı refah, zulme karşı adâlet, korkuya karşı güven, kaosa karşı düzen, kavgaya karşı barış. Bu ezelî ve ebedî bir mücadele. Müdahale etmezseniz sefâlet, zulüm, açlık, korku, kaos, kavga hemen baskın motif haline gelir ve sanki tabii bir şeymiş gibi görünür.
"Kürtlerden alışveriş etmeyin, Kürt müziği dinlemeyin" fitnesi bizi zifoslu sahada top oynamaya kışkırtan cinsten bir kötülük. O derekeye indikten sonra futbolun, daha doğrusu bir arada huzur içinde yaşamak ve daima beraber, yan yana durmak gayretinin hiçbir anlamı kalmayacak. İçimizdeki bütün iyi şeyler, ânında en kötünün seviyesine inivereceği için kazanmak bile anlamsızlaşacak. "Türk ordusu ile dağdaki gençler aynı anda silah bıraksın" lâfı da aynı cinsten bir fitne zehiri ile mülemmâ. Güyâ dağdakilerin milletlerarası hukuk kapsamına giren bir çerçevede bağımsızlık savaşı verdiği imâsı yelpazeleyen bir sahayı çamurlaştırma gayreti.
Sabır, ille de sabır derken anlatmak istediğim şey budur; o seviyeyi mâkul bulduğumuz an, kazanılacak bir şey kalmamış demektir. O itiş kakış içinde bir gol atıp üstüne yatmanın kârı yok. Kürtlerle bin senedir etle tırnak gibi yaşıyoruz, gelecek bin senenin vicdâni hesabını yapmadan kimse ağzını açmamalı; coğrafya, siyaset ve tarihin kıydığı bir nikâh bu; bir mânâda kaderimiz.
İşin içine kolay kışkırtılan ve yönlendirilebilen kamuoyu heyecanı girince "kötü para"nın bir anda piyasaya hakim olması işten bile sayılmaz; sadece kötü parayla değil, sadece fitne fücurla değil, genel mânâda her türlü kötü karşısında uyanıklık insan olmanın en müşkül yanıdır. Helâlin kıymetini harama tevessül eden de bilir ama vicdânında haramı meşrulaştıracak bahâneler gezdirir. İyi bir şey yapmak, kötü bir şey yapmaktan daha çok feragat ve emek ister; değeri oradan geliyor. İçimizdeki kötüyü mâkul gösterecek sebep aranırsa daima bulunur, mârifet tersini yapmak. Ne derler hani, "Hakk'a Hak bilip Hakk'a ilticâ; bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinâb!"