Çağdaşlaşma projesini "devlet zoruyla" mahvediyoruz!

Ben YÖK aleyhine koparılan yeni fırtınaya iştirak etmiyorum; Kemal Gürüz ve arkadaşlarına haksızlık ediliyor; çünkü onlar, bugüne kadar yaptıklarından daha fazla ve farklı bir şey yapmadılar; iki gün öncesine kadar sistemi veya Gürüz'ü savunanlar, dünden bugüne neyin değiştiğini açıklamak zorundadır.

YÖK'ün son rektör ataması, bir öncekinden farklı değil; eylemleri de 2547 Sayılı Kanun'a uygundur. Cumhurbaşkanı'nın rektör atamaları kararnamesini geri çevirmesi sadece bir jestten ibarettir. Necib Türk medyası tarafından meselenin sadece rektör seçimlerine kilitlenmiş olmasını da doğru bulmuyorum; bu, kırığı bırakıp sıyrıkla uğraşmaktır ve Türk üniversite sisteminin en feci aksaklığı rektör seçimleri değildir.

Perşembe günü bir gazetede "MGK'dan YÖK'e ince ayar" başlığıyla bir haber yayınlandı (işin grotesk yanı bu haberin hemen yanında Cumhurbaşkanı'nın YÖK'e gönderdiği 4 sayfalık "ders gibi mektup" haberinin yer almış olmasıydı). Bu habere göre MGK, nisan ayında "irticai faaliyetlere karşı mücadele stratejisi" çerçevesinde üniversitelerde uygulanması gereken bazı tedbirler tespit etmişti ve bu tedbirler Başbakanlık müsteşarınca 27 Haziran'da YÖK'e iletilmiş ve gereğinin "tam olarak ve kararlılıkla uygulanması" tembih edilmişti. Aynı habere göre bu doğrultuda yapılan işlem ve uygulamaların her ay Başbakanlık'a bildirilmesi de isteniyordu.

"İşte 7 tedbir" başlığıyla bir kutu halinde verilen, "irticai faaliyetlere karşı mücadele stratejisi"nin ana hatlarını şöyle sıralayabiliriz:

Rektörler irticaya taviz vermeyecek.

İrticai yönetimlerin hakimiyetine son vermek için doçent ve yardımcı doçentler YÖK tarafından atanacak.

Öğrencilerle bire bir diyalog öngören psikolojik harekât planı yapılacak.

Meslek liselerinden geçenler normal liselerde iki yıl okuyacaklar.

İrticai faaliyetlerin yoğunlaştığı yerlerdeki yurt problemleri çözülecek.

Atatürkçü olmayan personel üniversitede kalamayacak.

Türbana karşı kararlı irade gösterilecek (Ş. Dilek Acun'un haberi, Sabah, 20.7.2000, s. 27).

Peşinen ifade etmeliyim ki, Türk üniversitelerinin en büyük problemi, MGK tarafından tavsiye edilen yukarıdaki tedbirlerin uygulanması veya bundan sarfınazar edilmesi de değildir; bu gibi "ıslahat" lâyihaları yakın tarih boyunca gerek Ortadoğu ve üçüncü dünya ülkelerinde, gerek iki dünya savaşı arasındaki yıllar Avrupa'sında çok işitilmiş, çok tatbikat imkanı bulmuştur. Kendi müteârifelerinin sağlamlığından ürken her rejim, "öteki" ilan ettiği fikirleri sindirmek için bu gibi usullere tevessül etmiştir. Otokrat ve totaliter rejimlerin üniversiteleri illâ kötü olur diye bir kaide de yok; bol demokrasi ile üniversiteler kendiliğinden güzelleşir diye bir bağlantı da mânâsızdır, totaliter rejimlerin iyi üniversiteye sahip olabildikleri, pek çok demokratik ülkede diplomayı dövizle satan yüksek öğretim kurumlarının varlığı biliniyor. Bizim derdimiz başka:

Türk üniversitelerinin yüzde 95'i vahim bir "kalitesiz eğitim" derdinin zebunudur. Az sayıda "seçkin" üniversite hariç, yüksek öğretim kurumlarımızın kahir ekseriyetinde öğrencilere "ilim anlayışı" kazandırılabilecek bir beşerî ve teknik altyapı mevcut değildir. Bu gibi üniversitelerin mezunları, akranları arasında düzenlenen 100 metre yarışına stadyum dışından başlamak gibi bir talihsizliğin esiridir. Gelir dağılımı alanında yaşanan "öteki Türkiye" tartışmalarının bir başka vahim boyutu da üniversitelerde yaşanmaktadır ve henüz aklını yerinden oynatmamış basiret sahibi sosyal ilimciler muhtemel faciayı kestirebilmektedirler.

68'liler kuşağının köpürttüğü gençlik hareketleri "gariptir" üniversitenin gerçek meselelerinin değil, ufuksuz ve ilimsiz bir ideolojik ajitasyonunun eseriydi; bir mân

âda 70'li yıllardaTürk gençliği kendi problemlerini ıskalayarak memleket kurtarma hevesine kapıldı. O günleri yaşayanlar hatırlar; "Nedir derdiniz?" diye sorulduğunda önce "yurt ve ders kitapları" diye kemküm ediyor, ardından bozuk düzen ve emperyalizmden dem vurarak aşırılıklarını meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Felaket tellallığı yapmak hevesinde değilim; fakat şu gerçeği görüyorum: Bugün mevcut bulunan üniversite problemi, otuz sene öncesine göre en az otuz kat daha ciddi ve endişe vericidir. Devletin üniversite politikası iflâs halindedir; bir "bilim" politikası ise maalesef hiç olmamıştır.

Hükümete yarı mahrem ("mahrem" olsaydı gazetelere düşmezdi) bir tavsiye kararı göndererek sosyal problem halletmek ne güzel fikir; keşke mümkün olsaydı! Üniversite yıllarında biz de işlerin bu kadar kolay çözülebileeğini zannederdik. MGK'ya göre üniversitelerimizin en büyük sıkıntısı "mürteci personel". Basınımıza göre ise rektör atamaları "demokratik usul"le yapıldığında mesele bitecek. Keşke eğitimde kalitesizliği de bir tavsiyeyle ortadan kaldırıverecek bir MGK'mız olsaydı! Bugün Türk üniversitelerinin kahir ekseriyetinde verilen "bilim anlayışı" ve "usul bilgisi" ile, muasır dünyanın bilim ve üretim seviyesine çıkmak mümkün değildir. Daha açık nasıl söylenebilir? Belki şöyle: Son yüz elli yıldan beri Türk devlet elitlerinin fikr"i sâbiti mevkiindeki "çağdaşlaşma" rüyâsına bu üniversitelerde vâsıl olmak imkânsızdır; Türkiye, kendi geleceğini dinamitlemekte ve "devlet zoruyla" kendi çağının gerisine doğru kürek çekerken çağdaşlaşma hülyâları kurmaktadır. Bu hesap yanlıştır, bâtıldır, eksiktir ve basiret sahiplerini iknâ etmemektedir.

Peki, ne zaman üniversitelerimizin gerçek meselelerine eğileceğiz; ne zaman iki satır yazıyla şu onulmaz yârelerimizi onaracağız? Tekzib edilmesini dilerim; fakat haber sahih ise MGK'nın üniversitelere bakışından çıkarılacak mânâ şudur: Türkiye'de üniversite yoktur; sadece üniversite adı verilen bir dizi resmî daire vardır!


Kaynak (Arşiv)