Cafe!
Fotoğraftaki yerin önce, Kuzey Avrupa ülkelerinden birinin üniversite kütüphane salonu olduğunu zannettim; geniş ve aydınlık bir mekân, çiçek biçiminde yuvarlak masalar, kırmızı koltuklar, arı kovanı etrafında uçuşan arılara benzettiğim gençler, masaların üstü kitap dolu...
Radikal gazetesi birinci sayfadan yayınladığı fotoğrafa, "Her kentte görmek isteriz" başlığı atmıştı; sonradan düşündüm ki, fotoğrafta gördüğüm enerjik ortamı kütüphaneye benzetmemin sebebi biraz da bu başlıktır. Sonra resimaltını okudum. Konya'da Selçuk Üniversitesi, 2,5 dönümlük kapalı alanda aynı anda 2 bin kişinin faydalanabileceği bir bilgisayar merkezi kurmuş. Gazete diyor ki, bu salona gençlerin gösterdiği ilgi, Türkiye'nin her yerinde benzerlerine ne kadar ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Salonda bir liraya 12 saat hizmet veriliyormuş, bu merkezden geçen sene 400 bir öğrenci istifade etmiş. Milli Eğitim Bakanı ise "ülkenin dağına bağına internet götüreceğiz" demiş (Fotoğrafı AA muhabiri Zafer Akpınar'ın çektiğini de belirtelim).
Resmen hayal kırıklığına uğradım; çünkü ilk bakışın yanıltıcı intibasına göre ben o salonu ve içindeki kalabalığı kütüphane sanmıştım. Kütüphane başka bir âlem, "bilgisayar salonu" çok daha başka. Bu iki salon türünün birbiriyle aynı hizmeti ifade ettiğini sanmak, günümüzün en kâzip efsânelerinden biridir. İnternet ağından kitaplık gibi yararlanmak mümkün elbette ama internetin sunduğu veri hizmetini, bilgi devrimi gibi anlamak ve öyle değerlendirmek safdilâne bir yaklaşımdır bence. XVIII. yüzyıl hümanistlerinin anladığı mânâda bir internet aydınlanmasından bahsetmek için henüz çok erken. Dolayısıyla "dağa bağa" internet götürmek, ülkenin eğitim seviyesini kalite itibariyle yukarıya doğru kımıldatacak türden bir reform sayılmaz. Geçenlerde yine bir Milli Eğitim mensubu, "okullarda internet hizmetini geceyarısına kadar uzatmalıyız" mealinde dâhiyâne bir teklifte bulunmuştu; okullarda geceyarısına kadar internet hizmeti vermenin, "cafe"lerin hâsılatını düşürmekten başka ne işe yarayacağını düşünemeyecek kadar geri kafalıyım bu konuda. Birkaç yıl öncesine kadar, bilgisayarın iyi bir eğitim aracı olduğunu zanneden veliler de kırıp-sarıp çocuklarına bilgisayar almak modasına kapılmışlardı; hayrını gören varsa doğrusu bilmek isterim. Bana soranlara, "bilgisayarı boşverin, çocuğu kitapla yüz yüze getirmeye bakın" tavsiyesinde bulunuyorum; yanlış mı düşünüyorum?
Yine o fotoğrafa dönelim; büyüteçle baktım; masaların üstünde ilaç için kitap, defter, not kağıdı cinsinden bir şey yok. Sadece klavye, fare ve ekran. Yasak mı acaba, diye düşündüm.
Eğri oturup doğru konuşalım, internet şu anda iletişim (haberleşme değil!) devrimine hizmet ediyor; ondan bilgi aydınlanması patlaması tesiri umanların daha çok bekleyeceğini sanıyorum. Nitekim internetin, çarşı pazarda fonksiyonunu müteşebbisler şıp diye ilan ediverdiler: Cafe! Kahve bile değil; ara sokakta dünyanın bilgi birikimine açılan terminaller hiç değil. Çet ve oyun fonksiyonlarını kaldırınız bakalım, "cafe"lerin, kütüphane salonlarından ne farkı kalacak?
"İyidir, yarının teknolojisine çocuklar şimdiden alışsınlar" saflığıyla dünyanın parasını yatırdık bu sektöre. Çocuk o teknolojiyle mahalle arasındaki "cafe"de tanışıyor zaten; devlet kesesinden özel sektörle rekabete girmenin mânâsı yok. Üniversitelerimizin meselesi, cafe-mafe değil, hoca ve kütüphane eksikliği. Yeni üniversite kurarken kampüsün ortasına zigguratlar gibi devasa bir kütüphane yapıp içini kitapla tıka basa dolduracaksınız evvela; bizde merkezî kütüphanelerin öncü mevkiini her ne hikmetse tıp fakülteleri almıştır. Yaklaşım farkı!
İnternet üzerinden çağ atlama merakı ile sürücü ehliyeti ile modernleşmek ümidi arasında fark yok; görelim artık.