Cadıları yakalım da...
Dün öğle saatlerinde kanallara şöyle bir göz attım; ya birileri yemek tarifi yapıyordu ya da Başbakan konuşuyordu. Bir kısım medyada hükümeti savunan ve operasyonlara saydıran, dara düşünce sakata çıkan stoper takımını saymıyorum.
Çok ilginç zamanlar yaşıyoruz. Resmen “Demonization”, yani şeytanlaştırma: Bütün kötülükleri bir şahsın, bir sosyal çevrenin üstüne yıkarak kitleler üzerinde “Moral panic” tesiri uyandırmak. Türkçesi ahlâkî tehdid veya terör diyebiliriz.
Rönesans Avrupası’nda daha ziyade büyücü ve cadılara yöneltilen bir propaganda türü şöyle işler: Düşman, şeytanla işbirliği içindedir ve Kilise’ye biat etmeyen herkes bu ithamla etkisizleştirilir. Demonizasyon’u yakın zamanlarda Yahudi Pogrom’uyla hatırlıyoruz. Pogromu, bir sınıfı veya bir insan türünü imhaya yönelik organizasyon olarak tarif edebiliriz. Bir sonraki adımı Stalin’in uyguladığı vahşiyâne tasfiye hareketleri.
Bu arada her danışmanı da o kadar vasıfsız değil ha; bu akıllar, kısa vadede durumu toparlamak, biraz soluklanmak için işe yarar taktikalar; hele hele her gün birkaç mitingde, TV konuşmasında, gazete köşelerinde ısrarla tekrar ediliyorsa insanların zihninde “Galiba doğru söylüyorlar, yoksa bu kadar bağırmazlardı” şüphesi uyandırabilir pekâlâ.
Geçenlerde o âkillerden biri, “Bunlar orduya bile kumpas kurdu yav” deyince, yeni bir geniş cephe stratejisinin iç organlarını gördük: “Vallahi biz yapmadık, cadılar yaptı, aydınları, vatanseverleri, şerefli insanları bunlar ihbar etti. Fikir suçlularını bunlar zindanlara kapattı” beyanları artınca, “Hee, vallahi öyle; öyleyse mağdurlar yeniden yargılansın, itibarları iade edilsin”ci cephe, bu komplimanı hemen kabullendi. Önümüzdeki günlerde, hükûmetle darbesever muhitler arasında “Büyücüler”e karşı anlamlı bir işbirliği göreceğiz demektir.
Stockholm sendromu’nun yeni varyantı olsa gerek bu!
Başbakan’ın yevmi üç-dört kere seslendirdiği iddialar doğru ise, devletin içinde örgüt, hatta çete kuracak, adliye ve emniyet cihazını içerden ele geçirecek kadar becerikli ve sinsi bir topluluğun, her ne hikmetse sadece % 20 civarında hissesi bulunduğu dershanecilik sektöründeki menfaatlerini korumayı niçin beceremediği sorusunun cevabı yok. Basit ve sıradan bir gerçek, caanım teoriyi berbad ediyor!
Üstelik adama, “11 yıldır iktidardasın, cadıları şimdi mi farkettin?” diye sormazlar mı?
“Cadıları yakalım” cayırtısı, ortalığı velveleye vererek delil karartma çabalarını örtmez. Hesap karşıdan akıllıca görünüyor ama sürdürülebilirliği yok, tam bir çâresizlik durumu. Yargı hakkında günaşırı suç duyurusunda bulunarak kaç gün hükûmet edilebilir ki?
Şeytan, cadı, çete, örgüt, vatan hainleri vesaire... o kadar iyi kamufle olmuşlar ki, ancak şimdi farkedilebildiler diyelim; diyelim hepsi de Şeytan’ın işbirlikçileri! Diyelim ki, geç de olsa deşifre edildi, vatan-millet kurtarıldı. Cadılar yakıldı, büyücülerin inlerine girilip kazığa geçirildi! Bir küçük pürüz daha var ama geride...
Ya yolsuzluklar gerçekten yolsuzluksa, ya iftira değil de gerçekse, ya “Beyt’ül mâl”den değil de bir vesileyle ele geçirilmiş meblağları birileri kursağına geçirmişse onca kuru gürültü ne olacak?
Ne demişti Karacaoğlan, hatırlamanın yeridir: “Nice sultanları tahttan indirdi/ Nicesinin gül benzini soldurdu/ Niceleri gelmez yola gönderdi/ Bir tekebbür, bir yolsuzluk, bir zulüm”
Son mısrâı günün mânâ ve ehemmiyetine nazaran biraz “yorumladım” ama o kadar kusur...