Büyük resim, büyük mutabakat
AK Parti, hepimizin hayatında merkezî bir yerde duruyor. 10 yıllık iktidar tecrübesi, 3 seçimi üst üste kazanmış olması ve daha mühimi 2000’li yılların başında kimsenin aklından geçmeyen demokratikleştirici adımları cesaretle atabilmiş olması bakımından siyasetle ilgilenen veya ucundan-kenarından ilgilenmek zorunda kalan herkesin zihninde bir AK Parti fikri bulunuyor.
Seçim sonuçlarına göre her iki kişiden biri AK Parti’yi destekliyor. Oysaki 2007’deki Cumhurbaşkanlığı krizi ve 27 Nisan muhtırasına kadar ben, AK Parti’yi bir nevi “bekleme odası” olarak değerlendiriyor ve “sahici bir zemin, samimi bir taraftar kitlesi”nden mahrum görüyordum. Karşılaştığı krizleri (iktisadi kriz de dâhil) iyi yöneten, dik duran ve toplumun talepleri ile yürütme faaliyeti arasında iyi bir köprü kuran AK Parti, ideolojik bir câzibe merkezi olmamasına rağmen artık sahici bir kitle partisidir ve misyonunu tamamlayınca dağılıverecek bir siyasi avadanlık görüntüsünden sıyrılmayı başarmıştır. Bunda şüphesiz Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük payı var. Liderlik, sadece Türkiye gibi ülkelerde değil, yüksek standartlı Batılı demokrasilerde bile hâlâ çok belirleyici. Siyasi dili toplumun diline çok yakın bir lider Tayyip Erdoğan. Menderes kadar, Özal kadar seviliyor ve insanlarda güven hissi uyandırıyor.
AK Parti artık sağlam zemine dayanan bir siyasi harekettir ancak AK Parti’nin başarısı, sokaktaki her iki kişiden birini parti üyesi yapmaktan geçmedi. Bilakis her iki kişiden birine güven telkin ederek bu noktaya ulaştı. Partili bir üyenin kendi partisini desteklemesini aşan nitelikte kapsamlı bir toplum mutabakatı söz konusudur. Bu olguyu, şimdiye kadar Türkiye’nin gördüğü en anlamlı ve geniş toplumsal koalisyon olarak da değerlendirmeliyiz. Bu mutabakatı inşa etmek hükümetin başarı hanesine yazılmalıdır; devam ettirmek ise elbette hükümetin sorumluluğudur.
Son krizin, kaderini Ergenekon ve benzeri davaların neticesiyle birleştirmiş bazı muhalif çevrelerde belirgin bir sevinç uyandırdığı açık. Muhalefet, demokratik yollarla rekabet edemediği AK Parti hükümetini zaafa uğratacak her gelişmeyi olumlu karşılamakta mazeret sahibidir, fakat krize yol açan şartlar henüz aşılmış değil. AK Parti hükümeti, son 10 yılda bürokratik vesâyetin ağır engellemelerine rağmen iktidar olmayı başardı ve bundan ötürü kutlamayı hak ediyor ancak vesâyet yapısını demokratik usûllerle ortadan kaldıracak projeler konusunda hâlâ bir hayli ev ödevi ile baş başadır. Kısaca AK Parti’nin devleti demokratikleştirmek, işler gibi görünen kamu idaresini hukuk devleti şekline dönüştürmek gibi ağır bir görevi daha var ve bu görevi, toplum desteği olmadan başarması mümkün değil. Zira devletin en hassas yerlerine kadar sızmış ve yapılanmış olan vesâyet yapısını söküp yerine gerçekten hukuki bir idare kurmak için hükümetin “Meşrû araçlar” kullanması şart. Gayrimeşrû vasıtalarla sâlih ve hayırhah bir maksada vâsıl olunamaz. Darbecilerin darbe düzenlerken işlettiği mantığı meşrû bir hükümet tercih edemez. Hırsız, soymayı düşündüğü eve pencereyi kırarak, çatıyı delerek girmeyi hesaplayabilir ancak onu engellemek ve etkisiz hâle getirmekle görevli meşrû kolluk kuvveti daima hukuk ve usûl dairesinde kalmak, orantısız güç kullanmamak zorundadır. Demokratik reformların en zor tarafı bu olsa gerek ve süreci geciktiren başlıca sebep de ancak böyle izah edilebilir. Darbecileri, teröristleri, sahip oldukları kamu gücünü istismar eden çeteleri tasfiye ederken, onlarla aynı metotları kullanmak, olsa olsa vesâyetin adını değiştirmek olur ki hükümeti destekleyen büyük toplumsal koalisyonun, böyle bir yanlışlığı hoş görmeyeceği açıktır.
Geçen hafta boyunca Türkiye’yi etkisi altına alan krizi değerlendirirken meseleyi basitleştirerek algılamakta fayda var. İki önemli noktanın altını yeniden çizmeliyiz:
1-Hükümetin muktedirliği, meşrû yollardan kazanılmış bir toplumsal desteğe dayanıyor. Siyasi hayatta bütün iktidar partileri, partililerden çok daha geniş bir toplum desteğini yanına almayı başarabilmiş kuruluşlardır.
2-Demokratik reformlar ve devlet yapısının hukukileştirilmesi, bizatihi hukukî ve meşrû araçlarla yürütülmeli, vesâyetçi derin yapının kurabileceği tuzaklar dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Ve netice: Türkiye’nin selâmeti, büyük toplumsal mutabakatın devamını gerektiriyor; bu süreçte kimsenin alınmaya, gücenmeye, nefsî tepkiler vermeye hakkı yoktur.
“Büyük resim” de onu söylüyor: Devam!