Bütün dünya tüketicileri, birleşin!
Hangi kalitede ürünü, nereden ve kaça aldığını bilen, kalitesini araştıran, garanti şartlarını inceleyen akıllı ve bilinçli tüketicilere büyük saygı duyuyorum.
Hele hele, özellikle gıda malzemesi alırken hiç üşenmeyip yakın gözlüğünü cebinden çıkararak ambalajdaki son kullanma tarihlerini teftiş eden müşterilere hayranımdır; öyle insanların artması hepimizin yararına. Ne yazık ki, akıllı bir tüketici olamadım; bundan sonra da alışveriş yaparken huy değiştirip bütün detayları inceden inceye didiklemeyi göze alamıyorum doğrusu. Huy canın altındadır derler. Bir dükkânda ürün inceleyerek zaman geçirmeyi, alışverişe çıkmadan piyasa araştırması yapmayı, hele hele kıyasıya pazarlık yapmayı hiç beceremem. Nâdiren fiyat indirmeyi denediğimde satıcı, teklif ettiğim fiyatı kabul etmediğinde ne söyleyeceğimi bilemediğim için, "Ben de almam öyleyse." deyip çıktığım çok olmuştur.
Türkiye'nin ekonomisi büyüyor; bu, dolaylı olarak her geçen gün daha fazla üretim, ticaret ve alışveriş yapıldığı mânâsına gelir. Ekonomimiz büyüyor ama, buna paralel olarak alışverişte dürüstlük ve tüketici hukuku fiilen gelişmiyor.
Aşırma kardeşim, adam gibi çal gitsin!
Geçen hafta gazetemizin ekonomi servisinden Muzaffer Salcıoğlu güzel bir haber yaptı. Elektronik ürünler satan bir mağaza, müşterilerine satın aldığı malı, "Süper destek paketi" adı altında sigorta hizmeti veriyorlarmış. Benim gibi saf alıcılar, "A ne güzel bir hizmet, üç-beş kuruş daha fazla para verip malımı garanti altına alayım bari" diye sevinebilirler, ama acele etmeyelim. Diyelim ki malınız bir şekilde çalındı. "Sigortam var, gider yenisini alırım" diye düşünenler yanılıyor, zira karınca duası gibi küçücük harflerle dizilerek gözden kaçırılmaya çalışılan sigorta sözleşmesinde küçücük bir not, sevincinizi kursağınızda bırakacaktır. Diyormuş ki sözleşme hükmü, "Ancak, her türlü aşırma, yer değiştirme suretiyle yapılan hırsızlık sigorta kapsamındadır."
Yahu aşırma ne demek; ceza hukuku hırsızlığı tarif ediyor ama aşırmanın tarifi yok. E, ha Hasan kel, ha kel Hasan diyeceksiniz... Hayır, sigortanızın geçerli olabilmesi için diyelim ki telefonunuzun çalınması değil, aşırılması veya yer değiştirmesi gerekecektir.
Nasıl açıkgözlük ama? "Üzgünüz sayın tüketici; telefonunuz aşırılsaydı hay hay fakat sizinki sadece çalınmış; zararınızı tazmin edemiyoruz, bakın zaten sözleşmede de açık açık yazıyor!"
Yazıyor mu; evet yazıyor ama hangimiz okuruz ki Allah aşkına! Üstelik aşırmayla hırsızlama arasındaki farkı hangi yüksek mahkeme, hangi uzman hukukçu veya kriminal işlerde uzmanlaşmış polis şefi ayırdedebilir ki? Kötü niyetli satıcılar da işte bu tembelliğimizi dalga geçer gibi açıkça istismar ediyorlar.
Diyelim ki sabırlıyız, dikkatliyiz, ticaret hukukundan da anlıyoruz; bilinçli tüketiciyiz. Satış sözleşmesini açtık, yakın gözlüklerimizi takıp kalemle satır satır sürerek baştan sona dikkatlice okuduk ve diyelim ki bahsi geçen "Aşırma" maddesini fark edip itiraz ettik. Sözleşmenin o maddesini değiştirme şansımız var mı? Yok! Bu sözleşmeler tek taraflı irade beyanı tarzında tanzim ediliyor. Sözleşmeyi değiştirme hakkına sahip değilsiniz, sadece alışverişten cayma hakkınız var.
Ne işe yarar bu sözleşmeler tüketicinin iki ayağını bir pabuca sokmaktan ve satıcı firmayı sorumsuzlaştırmaktan gayrı?
Farkındasınız herhalde; Türkiye şu demlerde tam bir uyanık müteşebbis cenneti gibi görünüyor. İyiniyetli ve dürüst firmalar elbette saded harici ama alışverişe çıkan insanlardaki "Her an aldatılabilirim" korkusu, anlamlı derecede yaygınlaşıyor.
Ticaret hukukumuz da var, mahkemelerimiz de; üstelik küçük uyanıklıkları cezalandıran kanun maddeleri de mevcuttur muhakkak. Eksik olan şey, sivil toplumun örgütlenerek kendi hakkını koruması ve kanunları harekete geçirmesi.
Kampanya mı var: Kaç!
Kampanyalar ve indirim günleri o kadar kötüye kullanıldı ki, insanlar duyunca endişeye kapılıyorlar. Satış safhasında müşterilerine bol bol güleryüz ve kolaylık sunan firmalar, tüketici şikâyetlerine sıra gelince bir başka soğuk yüz takınıveriyor ve talebimizin niçin mantıksız, haksız, yanlış, yersiz ve imkânsız olduğunu anlatıyorlar.
İnsanlar artık kampanya ucuzluğu vaadiyle belirli bir süre kullanma garantili aboneliklerden ürperir hale geldiler. Vaktiyle bir "Tv platformu şirketi" aboneliğini iptal ettirmeye kalkıştığım için yakinen biliyorum; bir telefon çevirmek suretiyle başlatılan aboneliğiniz, hemen ertesi gününden itibaren bir nevi Katolik nikâhı imiş gibi nihayete ermesi imkânsız boyutlara dönüştürülüyor. Kırk dereden su getirmeler, yorgunu yokuşa vurmalar, lüzumsuz belge talepleri... Hani utanmasalar noterden tasdikle irade beyanı filan bile isteyecekler.
Dayanın, az kaldı...
Telefonla yapılan şikâyetler ayrı bir fasıl; otomatik yönlendirici santrallerdeki bant kayıtlarını dakikalarca dinledikten sonra, kimlik tesbiti nâmına annenizin kızlık soyadının ikinci ve dördüncü harfini tereddütsüz kodlamanız bile yetmiyor, yapılan işin ciddiyeti namına konuşmanın banta alındığını belirten bir anons dinletiyorlar size. Bant kaydı lazım olduğunda müşteri ona nasıl ulaşabilir ki; bu kayıtların sadece ve sadece firma çıkarlarını korumak ve garantiye almak için tutulduğunu bilmeyen yok.
Tüketici haklarını koruyan sivil toplum örgütleri hâlâ delikanlılık çağlarını yaşıyorlar. İsmen var fakat tesiri sınırlı; oysa ki piyasanın patronu tüketici kitlesi. Şartları tüketicinin belirlemesi gerekirken satıcıların keyiflerine göre sözleşme tertiplemesi saçmalık.
Piyasa ekonomisi yollarında başımıza neler geleceğini öğrenmek için batılı ülkelere göz atmak yetiyor; Batı'da tüketici hakları, neredeyse kutsal değerler hükmüne girmiş durumda. Bizdeki durumun tam tersi. Yarım asırdan beri Türk toplumu Avrupa'yla içli dışlı. Oralarda tüketicinin devlet, hukuk ve sivil toplum tarafından nasıl korunduğunu biliyoruz aslında ama böyle güzellikler bize maalesef gecikmeyle intikal ediyor.
Durum gösteriyor ki on-yirmi seneye kalmaz, çocuk kandırır gibi tuzaklı sözleşme düzenleyen satıcı taifesinin köküne kibrit suyu ekilecek demektir.
Dayanın, şurada ne kaldı ki?