Bürokratik muhalefete uzatılan barış çelengi: Abdullah Gül
Recep Tayyip Erdoğan, kendinden sonra partisinin en güçlü ismini aday göstererek kasım seçimlerini ne kadar önemsediğini gösterdi; kendisinin adaylığı neticede bir "Pirüs Zaferi" (Askeri ve siyasi edebiyatta sık kullanılan bir kavram olarak ağır kayıplar pahasına kazanılan, neticede kazanılmaya değmeyen galibiyetleri anlatmak için kullanılır) olacaktı.
Abdullah Gül'ün adaylığı ile ortaya çıkan mesele, şimdiye kadar başarıyla yürüttüğü Dışişleri Bakanlığı görevinde halefinin kim olacağıdır. Anayasa'nın 109. maddesi, parlamento dışından bakan atanmasına izin verdiğine göre, "Stratejik Derinlik" kitabının yazarının bu göreve atanması, yeni Cumhurbaşkanı'nın ilk önemli kararı olabilir; bunu "parti içi mesele" olarak kabul edip diğer ayrıntılara geçelim.
Kabul etmek gerekir ki Abdullah Gül, -Başbakan da dahil olmak üzere- AK Parti içinden çıkarılabilecek en münâsip ve liyâkatli isimdi; gerek mülâyim ve kararlı şahsiyeti, gerek Dışişleri'nde kazandığı devlet tecrübesi ile devlet başkanlığı görevini başarıyla yerine getireceğine güveniyorum.
Devlete ve millete hayırlı olsun.
Yukardaki değerlendirmeye, muhalefetin de katılmaması için bence hiçbir sebep yok. Çünkü Gül'ün adaylığı, muhalefete sunulmuş bir barış çelengi olarak okunmalıdır; sadece eşinin başörtülü olması konusunda Gül'ün adaylığı bazı itirazlara sebep olabilir ve muhalefetin gerginlik siyasetini tırmandırması beklenebilir. Bu noktada seçilmiş ve atanmış mevkiindeki bütün muhalif unsurların olgun davranması ülkenin hayrına olacaktır; çünkü muhtemel Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül'ün Anayasa'ya, devletin temel niteliklerine ve önceliklerine, hukuk devleti prensiplerine en az selefi Sayın Sezer kadar hassasiyetle sahip çıkacağına ve titizlik göstereceğine şahsen kuvvetle inanıyorum; bu güven hissim sadece Abdullah Gül'ün şahsıyla kaim bir beklenti değildir; o makama yükselecek en aykırı ismin bile, "taç giyen baş akıllanır" fehvâsınca başka türlü davranamayacağını düşünüyorum.
Muhtemel Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül'ün rutin temsil görevlerinin dışında üstesinden gelmesi gereken en önemli fonksiyonu, bürokratik ve toplumsal değerler arasında karşılıklı iyiniyetli yaklaşımlara cesaret vererek uzlaştırıcı bir rol oynamak olacaktır. Sayın Sezer bu çatışmada bütün varlığıyla bürokratik değerlere tutunmuş ve halk nezdinde birleştirici olmaktan çok, bazılarının pek sempati duyduğu, diğer bazılarının ise pek sevmediği bir figür görüntüsü vermişti. Bu çatışmanın artık sona ermesi gerekiyor ve Abdullah Gül, eğer yeni görevinin başlangıcında özellikle bürokratik kanadın iyiniyete dayanan kredisi ile karşılaşırsa bürokrasiyle toplum arasındaki kırgınlığı uzlaştırabilecek donanıma sahip bir isimdir. Türkiye bu şansını iyi kullanmak zorunda. Geleneksel bürokratik iktidarın nimetlerini kaybetmemek için sertlikte sınır tanımayacağını imâ eden duran bürokrasi seçkinleri, yeni Cumhurbaşkanı'nı destekleyerek ve ona duydukları güveni hissettirerek devletle toplum ilişkilerini ayıran fay kırığını ortadan kaldırabilirler ve neticede Türkiye kazançlı çıkar. Böyle bir tevhid görüntüsüne çok ihtiyacımız var çünkü Ankara kulislerinde pek de önü ardı düşünülmeden savurulan karşılıklı sertlikler, toplumda -ucu bölünmeye kadar uzanabilecek- derin kırgınlıklara sebep oluyor.
Türkiye'nin artık en geniş mânâda normalleşmesi gerekiyor ve Abdullah Gül'ün muhtemel Cumhurbaşkanlığı, normalleşme sürecinin başlaması için ümit verici bir adımdır; yine ümid ederiz ki yeni dönemde, ideolojiden çok sahici meseleler konuşulur. Abdullah Gül'ün bu beklentiyi layıkınca değerlendirmek için üzerine düşeni yapacağını zannediyorum; inşallah bu iyimser beklentimde yanılmam.