Buralara Bismillah
Bundan tam 55 sene önce Yassıada Mahkemesi’nde Başvekil Adnan Menderes, Yüksek Adalet Divanı başkanı Salim Başol’a hitaben duruşma esnasında tutukluluk şartlarına itiraz etmişti de Başol cevaben, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” demişti.
Yarım asırda hukukumuzun aldığı mesafeye bakın: Üç hâkimin HSYK tarafından paldır küldür açığa alınmasının siyasi okuması tam tamına bir “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor”dan ibarettir. Anlıyoruz ki, Sahur operasyonu ile tutuklanan polisleri ve Hidayet Karaca’yı hangi kuvvet içeriye tıkmışsa, salıverilmeleri de yine aynı kuvvetin keyfine bağlıdır. Anayasa’nın 138. maddesine rağmen Sayın Erdoğan’ın “HSYK’nın saat 14’te yaptığı toplantı bana göre geç kalmış bir toplantıdır” diye târiz etmesinden bir saat sonra verilen açığa alınma kararları bu ağır hükmü doğruluyor.
Türkiye’de yargı var elbette fakat bağımsız ve tarafsız değil artık; galiba hiç olmadı. Anayasa, Nasreddin Hoca türbesi gibi; kapısı kilitli ama etrafı yol geçen hanı. Bırakın 138. maddeyi, Anayasa’nın ‘yargı’yı düzenleyen 23 maddesi birden bölüm halinde yeni düzenin kenar süsü haline geldi. Yargı yoksa, gerisinden bahsetmek anlamsız. Mahkeme kararını uygulatmayan bir ‘yürütme’ uzvuna karşı sıradan insanların yapabileceği bir şey yok; sadece dua etmek!
Ama bir dakika; iki gün önce dua etmek fiili de suç kapsamına alındı; bırakınız, “Yarabbi zalimleri ıslah eyle; ıslahları kabil değilse Kahhar ism-i şerifinle kahreyle” türünden okkalı niyazları, şimdi, “Yarabbi mazlumlara inşirah ver; tez vakitte onların gönlünü feraha çıkar, üzerimize sabır ve hayır indir” gibi ‘soft’ dualar bile terör suçu kapsamına alınmışa benziyor. Nitekim dramatik olduğu kadar komik bir varoluş kaygısına kapıldığı anlaşılan Başbakan’ın, ekrandan milyonlara ve Erzincan halkına hitaben sarfettiği, “Bir hafta önce Pensilvanya’dan bir talimat aldılar, kayıtları var bizde. ‘Hapishaneden çıkarılsınlar’ gibi bir talimat” cümlesi, Krimonoloji ve Ceza Hukuku tarihinde yeni bir doktriner çığır açacak derecede parlak bir suç isnadı teşkil ediyor.
Ortalama üstü bir akademisyenin içine ‘Devlet’ kaçınca sonuçta böyle bir olguyla karşı karşıya kalıyoruz; kendisi şu halinden memnun mudur bilemem; belki küçükken komşu hanımlarının, “Bu çocukta büyük adam alâmetleri var, bahtı açık, yıldızı parlak, pu pu maşallah kehaneti doğru çıktı, bak işte büyük adam oldum” diye için için sevinç bile duyuyordur. Ben hiç memnun değilim ama; ilk gününden beri siyasetin pratiğine yeşeren bir akademisyenin değil siyaset, akademinin önünden bile geçirilmemesi gerektiğine dair önyargılarım bugüne kadar hiç sarsılmadı, aksine hep pekişti; en dramatik örneği de budur: Ustasının kötü ve komik bir taklidinden ibaret tam bir başarısızlık tablosu. Buralara Bismillah, hanelerden ırak!
Parlamenter sistem kötü yola düşürüldü. Evet, kuralları istismar ederek sistemi ayartan iğvâlara karşı parlamentarizmin kendini savunacak fren, kontrol ve denge mekanizmaları işe yaramıyor. Hukukun saraya raptedilmesiyle Asiye, köle pazarından alınıp sultanın haremine kapatılan bir odalık durumuna geldi.
Asiye’yi kim kurtaracak? Yanlış bir sual; Asiye hayatından memnun. Çocukluktan beri hayallerini süsleyen peri padişahının hareminde câriye olmanın gururuyla bed-mest; dolayısıyla biz aşağıda onun için üzülürken, Asiye’nin pencereyi açıp, “Sen kendini kurtar salak; ben halimden memnunum, işte hayatımın erkeğini buldum” diye bağırdığını duyar gibiyim.
Asiye için dua edebilir miyiz, şimdi bu konuyu inceliyorum; çünkü jönler daima biraz enayi olurlar…