Buldum, buldum!..(2)
Hani o haber vardı ya, hatırlayacaksınız; TBMM üyelerinin, tâ 23 Nisan1920'den başlayarak bugüne kadar kaç para (daha doğrusu kaç Ton Reşat altını) aldıklarına, daha doğrusu "ezdiklerine" dair o muhteşem iktisat tarihi araştırmasından bahsetmiştim size.
O haberi alın, bu günlerde havalarda uçuşmakta olan bildiri curnatasının (bıldırcın bereketi!) üzerine vurun, bakalım ne mânâ çıkacak?
Diyor ki, "bakın bunlara seksen küsür senedir tonla altın verdik, netice sıfır; hâlâ burunlarının dikine gidip, 'çoğunluk bizde' diyerek laikliğin cildini tahriş eden saçma kanunlar çıkarıyorlar; engelleyemiyoruz. İnsan bir büyüklerine sorar, vb..."
Lâfı uzatmadan meselenin kalbine iniyorum.
Bu akıl yürütme tarzının isabetinden şüphe etmiyorum; bu ülkenin yasama faaliyetleri, 'seçimle geldim' diye böbürlenen 550, pardon 340 kişiye bırakılamaz. Seçilme şartlarına bakın hele bir; elini kolunu sallayan vekil seçilebiliyor. Olmaz, olabilemez.
Ne yani, bizim de bir Meclisimiz olmasın mı demeye getirmekteyim? Hâşâ! Meclis olsun, en azından ele güne karşı lâzım oluyor. Burada mesele, Meclise kimlerin seçilmesi (veya atanması) gerektiğidir.
Çaktırmadan düzen değişikliğine gittiğini zanneden, kanun yapma gücüyle dilediği düzenlemeyi yaparak ülkeyi ortaçağ karanlığına götürürken öteki eliyle de çalıp çırpmaktan geri durmayan bu bednam oluşumu engellemek için, meclise nasıl kişiler atamalıyız?
Bakınız, yüksek yargı kurumlarından emekli olanlar, en verimli oldukları çağda işi bırakıp ortalıktan çekiliyorlar; böyle şey olmaz. Yüksek yargı emeklilerine yeni Meclis'in üçte birini kontenjan olarak tahsis ediyor ve itiraz istemiyorum. Her dönem kimlerin seçileceğine Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu karar verir, olur biter.
Kaldı üçte iki: Bu miktarın yarısını Yüksek komuta heyetinin emeklilerine tahsis ediyorum. Listeyi Yüksek Askeri Şûra yapsın. İtirazı olan?.. Güzel. Kaldı üçte bir. Üçte birin yarısını emekli öğretim üyelerine ayırıyorum ama bunlar arasında iyi bir eleme yapılmalı. 12 Eylül'den sonra Üniversitelerde önüne gelen öğretim üyesi yapıldı. Bu konuda kararı eski YÖK başkanlarından ve demokratik (!) eğitim sendikaları başkanlarından oluşacak bir komiteye bırakıyorum. Nasıl?..
Ne kaldı geriye? Yargı tamam, ordu tamam, ilerici üniversite hocaları da tamam. Hah; geriye kaldı demokratik sivil (!) toplum kurumlarının yöneticileri. Bu kişileri nasıl belirleyeceğiz? Kolay: Vatan, Hürriyet gibi gazetelerin web sitesine anket linki koyarız, en çok tıklananlardan başlayarak kontenjanı doldururuz. Okey mi; okey!
Bu memleketin ilerici ve demokrat kesimlerine sesleniyorum; böyle bir meclis, Laik ve aydınlatılmış Türkiye için hayırlı olur mu olmaz mı?
Bir defa ülkenin bütün dinamikleriyle doğrudan bağlantıya geçilerek saçma-sapan kanunların çıkarılması kontrol altına alınmış olur; sâniyen, bunca yıllık mesleki tecrübe ve eylem halindeki yurt sevgisi dinamiklik ve dirimsellik kazanır. Sâlisen, anayasal yargıya felan lüzum kalmaz, hatta anayasaya bile hâcet kalmaz diyeceğim ama demiyorum. Râbian, seçim masraflarından iktisat. Hâmisen... bir dakika yahu, Meclis'e çekidüzen verelim derken hükümeti unuttuk!
Bu hususta iki teklifim var. İlki şu: Danıştay yürütme erkini üstlensin; Sayıştay, Danıştay'ı mâli disiplin bakımından denetlerken Anayasa Mahkemesi de Yargıtay'ı kolaçan etsin (bkz. "Buldum, buldum-1"). İkinci teklifim daha güzel ve nostaljik unsurlar taşıyor; buna göre hükümeti kurma görevini CHP'ye veriyorum. Deniz Baykal kayd-ı hayat şartıyla başvekil, Önder Sav Diyanetten sorumsuz devlet bakanı olsun. CHP'yi Meclis denetlesin.
Çok değil, üç senede Üçüncü Dünya ülkesi olmazsak, yakarız bu gezegeni biz!