Bükülmez ahlâklılar

Kusursuz denilecek bir tarzda tasarlanan ve aslına sâdık şekilde uygulanan bir kamu (veya hukuk) düzeni tasavvur edelim; problem şu; her şeye rağmen kamu düzenini işletenlerin ahlâklı olmasına ihtiyaç var mıdır? Meseleyi daha basite indirgemek de mümkün: Kamu düzeni ve ahlâk arasındaki ilişki nerede başlar ve nerede biter?

Cevap kolay değil; kamu düzeni, hukuku egemen değer kılmak için vardır. Hukuk, kanun koyucunun ahlâkî değerlerini yaygınlaştırmak gayesine yönelmiştir. Ahlâkî değerler ise "din"den neş'et eder; bütün hukuk ekollerinin kaynağı da "ne kadar evrim geçirmiş olursa olsun" dindir. Bu durumda laikliğin bizdeki gibi eğri"büğrü tatbikatı bir yana, teoride olduğu gibi mükemmelen uygulandığı yerlerde de kamu ajanları, yaptıkları iş gereğince dolaylı veya doğrudan ahl

âkî davranmak zorundadırlar. Dolayısıyla kamu işlerinde dinî hüküm ve yargılardan tamamen bağımsız hareket etmek, aslında "fictiv", yani hayâl"i muhâl bir ihtim

âldir. Kanunlar, son tahlilde bizlerin ahlâkî hareket etmemizi öngörüyorsa o zaman bir başka mesele daha ortaya çıkıyor: Hangi ahlâk?

Üç günlük bayram sohbetlerinde müşterek konu, kamu yönetimine yönelen şikâyetlerdi. Kanunî düzenleme yoluyla kamu işlerinin ıslah edilemeyeceği noktasında bir ortak zihnî kabulün giderek yaygınlaştığını hissettim. Bizdeki kamu yönetimi anlayışı, beliren aksaklıkların dünyanın her yerinde olduğu gibi teftiş ve idarî yargı yoluyla ıslahını öngörüyor. Son zamanlarda kamu işlerinin ıslahı konusunda sıradan insanlarda hâkim olan ümitsizliğin sebebi teftiş ve yargı basamaklarında dahi tuzun kokuşmuş olması yolundaki inançtır; yani müfettişleri kimin teftiş edeceği meselesi. Halbuki "Berlin'de hâkimler var!" vecizesinin Türkçeye tercüme edilmiş hâli olan "Ankara'da hâkimler var!" anlayışına duyulan güvenin giderek sarsıldığı gün gibi âşikâr. Hak arama zinciri, en son baklasında hakkın iadesini temin etmeli; peki, ya zincirin son baklası haksızlığın izâlesinde tesirsiz kalıyorsa ne olacak? İdamı neredeyse fiilen kaldırdık; suç işleyenleri veya işlemeyi düşünenleri cezalandıracak veya caydıracak en etkili tedbir hapis cezası; ama son af kanunundan sonra hapis cezasının caydırıcılığı da kalmadı; infaz sistemimize sonradan ilave edilen ceza indirimleri zaten bir anlamda sürekli af anlamını taşıyordu. Adli yargının nihai kertede caydırıcılığını kaybettiği bir hukuk nizamında hakkı kim iade edecek peki: Özel sektör mü?

İşler nasıl düzelecek; vatandaş, devlete yeniden nasıl güven duyacak ve sistemi ayakta tutmak için ona destek verecek? Görünen bütün işaretler, bu desteğin hızla eridiğini ve yerini ümitsizliğe, yer yer kahırlı söylenişlere ve hatta ilenmelere terk ettiğini gösteriyor. Demek ki âdil ve iyi işleyen bir kamu düzeni ihtiyacı (yani tam mânâsıyla "devlet"), yönetenlerden çok yönetilenlerin sahip çıktığı bir mesele haline gelmiştir. Halbuki geniş mânâda yönetenler ve yönetici sınıftan menfaatlenenler her fırsatta muhaliflerini en hafifinden devlet düşmanı veya gerici, bölücü gibi ucuz yaftalarla ithamda önceliği kimselere bırakmıyorlar. Açık konuşmak gerekirse, devleti savunmak görevi bugün, sevmediği herkesi "gerici, liboş, ikinci cumhuriyetçi, takkeli" gibi sıfatlarla suçlamayı gevezelik derecesinde itiyad edinmiş tiplere kalmış ise, devletin itibarı hayli endişe verici bir noktada demektir.

Bu karamsar tablo içinde Cumhurbaşkanı'ndan, ümit verici, tesellibahş ve yüz ağartıcı bir devlet adamı tipi olarak bahsetmek bile, enikonu riskli hale geldi; zira bugünlerde "işte özlediğimiz hukuka bağlı ve devlet fikrine saygılı devlet adamı" diyerek Cumhurbaşkanı'nı işaret etmek, bizzat Cumhurbaşkanı üzerinde ağır külfet teşkil eden bir ters işleyişe konu oluyor: "Nasıl bir adam olmalı ki, dinci gazeteler, takkeci yazarlar bile seni medhedebiliyor?" ithamının zımnındaki o alçakça zıt psikolojik kurguya dikkat edilmelidir. Dürüst ve hüsn"i ahlâk sahibi insanların övülmesinin bile risk teşkil ettiği bir ülkede, ne kadar çok şeyin yeni baştan düzenlenmesi gerektiğini düşünebiliyor musunuz?

İyi kanunları son kertede ancak ahlâken mazbut insanlar yürütebilirler. Hukuk nizamı, son tahlilde bütün vatandaşlardan iyi ve ahlâklı insan olmalarını bekler. Ahlâkın ve güzel ahlâk sahiplerinin ödüllendirilmediği, tam aksine baskı altına alındığı bir ülkede hukuk devleti fikrinin de, iyi kanun yapıcılığının da sahih bir karşılığı yoktur. Siyasette yeni oluşum sözlerinin giderek daha yoğun telaffuz edildiği şu günlerde bir "bükülmez ahlâka sahip olanlar" hareketinin kitlelere büyük itimad telkin edeceği bir kenara yazılmalı. Bugüne kadar ne kadar çok istismar edilmiş olursa olsun ahlâk kavramının hâlâ çok belirleyici olacağı günler yaşayacağımız âşikâr gibi görünüyor. Zira bugün sistemi tehdid eden temel zaaf, siyâsî hukukumuzun yetersizliğinden ziyade ahlâkî zafiyetlerdir.

Tebrik: Bütün okuyucularımın yeni yılını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.


Kaynak (Arşiv)