Buğu!

Herkül Millas'ın Zaman'da yayınlanan "Milliyetçilik" başlıklı yazısı, muhtevasından ziyade zihin âlemimizin zaafiyetli bir boyutunu ortaya çıkardığı için önem kazandı; aynı yazı "sol liberal" tandanslı bir gazetede neşrolunsa tepkiler farklı olacak ve belki hiç tepki uyandırmayacaktı.

"Milliyetçilik aleyhtarı böyle bir yazı Zaman'da nasıl yayınlanır?" fikrinin uyandırdığı hoşnutsuzluğu gayet belirgin biçimde hissettik. Aldığım e"posta mektuplarına bakılırsa Etyen Mahçupyan ve Eyüp Can da benzer sebeplerle bazı okuyucular tarafından yadırgandılar.

Aynı sayfalarda bu görüşleri eleştiren yazıların da yer almasını görmezden gelmeyelim. Gazeteyi, peşin fikirleri pekiştirmek için yayınlanan bir kapalı devre yayını saymak noktasından uzaklaşmış olmalıyız; elbette her gazetenin "eski tâbirle" bir mesleği vardır ve bu mânâda mesleksizlik utanç verici bir haldir ama her haberi ve yorumu o "meslek"in prizmasından aksettirmeyi de okuyucuya hürmetsizlik olarak görenlerdenim; bunu yapan gazeteler var; bahse değmez.

Yorum sayfalarını okurken bazen ben de tepki duyuyorum ama bu gibi farklı seslerin sıhhat alâmeti olduğuna samimiyetle inandığımı da belirtmek isterim. Herkül Millas'ın yazısı, açık söylemek gerekirse tepki duymamı gerektirecek bir tenkid yoğunluğu taşımıyordu; milliyetçiliğin marazi taraflarını abarttığı, adese altına tuttuğu için bazılarının zihin konforunu sarsmış olabilir. Abartının bu kadarını hoş karşılamalıyız; sanat ve fikir eserlerinde fokuslamanın bir haddi elzemdir bile; ilgiyi o noktaya yoğunlaştırmak için tercih edilmiş bir usul. Milliyetçilik üzerine yazarken bu kavramı çok defa "toplumların ergenlik sivilcesi" olarak tarif ettiğimi hatırlıyorum. Millas'ın sivilceyi bulaşıcı hastalığa teşbih etmesini yadırgamadım; zannımca onun dikkat çekmeye çalıştığı tehlike, kendisini dünyanın en medeni cemiyeti sayan Avrupa'nın XX. yüzyılın ilk yarısında birbiri ardına yaşadığı iki büyük kâbusa atıftan ibaretti. Avrupa tarihini bilmeyiz pek. Öğretim müfredatımıza yapışıp kalan Pozitivist Jöntürk romantizmi Avrupa'yı medeniyetin son merhalesi gibi takdim ederken onların vaktiyle hangi dehşet verici berzahlardan geçtiğini fark etmez; öyle tercih ettiği için değil, cahilliğinden!

Bu yüzden aziz dostum Durmuş Hocaoğlu'nun Millas'a cevaben kaleme aldığı tenkid yazısını, ihtiva ettiği malumat itibariyle dolgun ve öğretici ama milliyetçilik fikrini savunurken gösterdiği ısrar noktasında pekâlâ ihmâl edilebilir bulduğumu belirtmek isterim. Hocaoğlu milliyetçiliğin fıtri tabiatına işaret ederken elbette haklı argümanlara dayanıyordu ama gördüğüm kadarıyla Millas, abartılı ve edebi ifadeyi tercih etmesi yüzünden o hususu bilerek ihmâl etmiş veya esasen bilindiği gerekçesiyle sükût ile geçmişti. Her iki yazar arasında hakemlik yapmak haddim değildir; kaldı ki öyle bir misyonum olsaydı "fıtri ve tabii temâyül"lerim ve on seneyi aşkın dostluk hukukum icabı Durmuş Hocaoğlu'na destek vermem gerekirdi; ne var ki ben Sayın Millas'ın lâyıkınca anlaşılmadığı kanaatindeyim.

Mesele budur aslında; iyi bilindiğini sandığımız bir meselenin farklı, hatta aykırı taraflarıyla ele alınarak tartışılmasına zemin sağlamak; tartışmadan huzursuzluk duymak için ancak bir kesin inançlı olmak lâzım gelir; Akaid'e dair meseleler değil bunlar, sosyal ilimin temel konuları ve kavramları. Bu gibi kavramları "kesin inanç" haline getirmek çok tehlikeli. Milliyetçiliğin asla tenkid edilemez bir fikir olduğu tezi böyledir meselâ ama ergenlik sivilcesi ile kemâle erilmez. Milliyetçiliğin tabii ve gayrıtabii hallerinin fevkinde duran insani hedef, Şeyh Sadi'nin "bütün insanlık birbirinin uzvu gibidir" olgunluğuna vâsıl olmaktır. Ergenlik ne kadar tabii ise kemâlât da tabiidir; değerlerinden ve kendinden emin toplumlar, ergenlik devirlerinden kalan milliyetçilik hamûlelerini şirin kültür formatları halinde muhafaza ederek dikkatlerini dışarıya yöneltirler. Hayır, kozmopolitizmden bahsetmiyoruz burada; aidiyet adresi olmayanın daha üst derece kazanılmış bir kimliği olamaz; üst kimlikler, alt aidiyetlerin hazmıyla kazanılırlar. Türkiye'de milliyetçilik fikri, bir türlü "fikr"i selim" noktasına erişemedi ve bu yüzden milliyetçilik hakkında konuşup yazmak, "şekil A"da görüldüğü üzre, fuzuli ve ucuz düşmanlıklar peyda etmek için pek elverişli bir vesile teşkil ediyor. Kendilerini en has milliyetçi sayan bazı kimselerin, bu satırların yazarı hakkında "kanını tahlil etmek lazım" yolundaki homurtularını ancak böyle izah edebiliyorum.

"Konuş ki seni görebileyim" sözünü ciddiye alalım; dinlemek görmek içindir, muhatabımız sisler ardına saklanmış olabilir ama evvela gözlüklerimizin buğulanıp buğulanmadığını kontrol ettikten sonra bu yargıya varmalıyız.


Kaynak (Arşiv)