Budur!..
"Penc ü se... severler güzeli genc ise..., Haa, demek ki şeş kapısını tutmadan içerde pul kırmayacaksın! Sene 947, Erkân-ı Harb Mektebinde talebeyiz, Yüzbaşı Şemsettin diye bir arkadaş var, tavlaya çok meraklı.
Buna bir gün dört avans verdim; binaenaleyh iki mars bir ters beş dört aldım partiyi. Bi daha tavlaya tövbe etti. Neden, çünkü Napolyon der ki, topçular imdada yetişemiyorsa piyadeyi sağlam tutacaksın. Levâzım da mühimdir tabii fakat ille de muhabere, ille de muhabere..."
"Sene seksendokuz filan; baktım vakit geçmiyor. Başladım resim yapmaya. Muvafffak oldum mu; oldum; lâkin resmin imkânları mahdut, iki buuddan ibaret bir tuval, kesmiyor. Yeterince muvaffak olduktan sonra bıraktım; şimdiki aklım olsa opera yazardım. İstesem yine yazarım, basit şeyler bunlar..."
"Vaktiyle bizim arkadaşlar, darbe yapmayalım, rezil oluruz, iktisattan işletmeden çakmıyoruz felan dediler. Dedim, durun yav! Bunlara aldırış etseydim ne olacaktı; hiç! Dedim ki, paşa paşa... yumurta haşlamak için embriyoloji bilmek gerekmez; netekim yaptık harekâtı, mis gibi oldu. Bir gün Çankaya'da toplantı halindeyiz. Turgut Bey dedi ki, paşam bu câri açıkla olmaz, ne yapacağız? Arkadaşlara çaktırmadan baktım, birbirlerini kesiyorlar. Ee, ben de bilmiyorum câri açık nedir. Yaz dedim Turgut Bey'e, filan tarih itibariyle cari açık kaldırılmıştır. Turgut Bey, yüzüme baktı, gitti. Arkadaşlara döndüm, işte budur dedim."
"Anneme demiş ki komşu hanımlar, bu çocuk büyük adam olacak; anlamışlar daha o zamandan beri. Netekim oldum, bakınız ben bu arsayı 86'da metresi 35 liraya aldım, şimdi metre murabbâı bin lira. İlerde daha da kıymeti artar, alan ziyan etmez. Bunu da bu arada söylemiş olayım, belki parasını iyi bir gayrımenkule yatırmak isteyen müteşebbisler vardır..."
"Haa, gelelim eyâlet meselesine... Efendim sene seksen bilmem kaç. Dedim ki yav, bu Amerika'da eyâlet var mı, var; Almanya'da var mı, orda da var! Bilâder bizde de olsun! Niçün diyeceksiniz, çünkü bu Amerikalılar filan bizden akıllı adamlar; kötü bir şey olsa onlar şe'yapmazladı anlatabiliyor muyum? Bir gün mutfağın dolaplarını taktırıyorum ustaya; baktım yere düşen vidaları almıyor, kutudan yenisini çıkarıp öyle. Ayıptır yav, israftır. Dedim ki paşa paşa!.. Haa, eyâlet işini konuşuyorduk değil mi? Yapalım dedim Turgut Bey'e. Olur molur ben bir inceleteyim dedi, hâlâ inceletecek! Yav aradan geçti yirmi sene. Ben böyle işleri kat'iyyen sevmem. Sene 58, Trakya'da manevradayız. Birliğin birine mevzi değiştirme emri verdim, yarım saat oldu hâlâ yerlerinden kıpırdamıyorlar. Atladım cipe, trakk intikal ettim. Dedim nedir yav. Meğer bunların benzini kalmamış, o zamanın Cemse motorlarını bilirsiniz eşşek gibi benzin içiyor, vaktinde ikmâl yapmamışlar. Süngü tak komutu verip alçak sürünmeyle intikal ettirdim bunları. Akşama doğru baktım, bunların göğüslerinde üniforma kalmamış, sürünmekten yırtılmış. Haa, o zaman ne yapacaksın? Emri mütalâa etmeyeceksin. Tavla oyunu da aynen böyledir netekim. Bir gün Napolyon, General Grouchy ile tavlaya oturmuş Waterloo'da. Bir kilo kirazına oynuyorlar. Oyun bitmeden ortalık karışıyor, niyçün? Efendim, şundan; Osmanlı'yı da karılarına söz geçirememek mahv etmiştir, tarihçiler bunu pek bilmezler.
"Tabii ben unutup gitmişim bu eyâlet-meyâlet işini; geçenlerde elçilikte çalışan çok tatlı bir çocuk var; diplomat mı, ateşe mi öyle bir şey. Resim sanatından bahis açıldı. Lâf arasında eyâlet mevzuu geçince dedim, yav ben bu talimatı vermiştim vaktiyle Turgut Bey'e. Arayın Turgut'u. Çocuklar aradılar, dediler ki Turgut Bey rahmetli olmuş. Olabilir; insanlar fânidir fekat fikirler, özellikle iyi ve parlak fikirler lâyemuttur; öyle kolay kolay bir şey olmaz. Dedim ki, sahi yahu..."
"Sene 933, tığ gibi delikanlıyım; baktım karşıdan yeşil gözlü güzel bir kız geliyor..."