Budur hikmeti

Millilik ile ulusalcılık arasında sözlük itibariyle fark yok gibi görünüyor; ikisi de kâğıt üstünde aynı kapıya çıkıyor; hakikat öyle mi?

Eski zannedilen kelimelerin yerine yenisini icad edip uydurarak dilde devrim yapabileceğimizi zannettik; bu gayretin âkıbeti dilin, çok vahim derecede anlam kaybına uğraması oldu. Kelime değil, anlam. Kelimeler ki her birinin kendine mahsus müzikal değerleri, baharat gibi kokuları ve tadları, kelebek kanadı gibi renkleri vardır ve cümle içindeki sıralanışlarıyla birbirinden farklı âhenk ve vurgulara zemin teşkil ederler; o yüzdendir ki Türkçe'nin temel anlam birimi tek tek kelimeler değil bütün bir cümledir.

"Dil devrimi" meselâ; ulusalcı bir inşâ idi ama Millî Mücâdele, ismiyle müsemmâ- millî bir mahiyet taşır. Anlam yakınlığı ile aynı ailenin mensubu gibi görünen kelimelerin çokluğu dilin zenginliğidir fakat herhangi bir şeyi nitelemek için eşanlamlılar içinde sadece bir tanesi en uygundur. Ulusalcılıkla millîlik arasında mânâ yükü bakımından akrabalık bile yok; iki ayrı dünyaya atıfta bulunan kavramlardır bunlar.

Yeri gelmişken belirtelim, Türk Dil Kurumu zaruret eseriyle gündelik hayata yabancı kelimelerin yerine "Türkçe" karşılık bulacağım diye muhayyelesini örseleyeceğine, Türkçe'nin tarihi derinlik ve zenginliğini vurgulayan çalışmalar yapsa daha iyi olacak. Firstleydi demeyelim, kabul de, karşılığı "başbayan" olur mu? Beğenilirse ne âlâ fikriyle kelime türetiliyor fakat öbür yanda bu gibi "tahayyül" faaliyetleri alay konusu oluyor. Değil teklif, kanun zoruyla bile basketbol yerine sepettopu dedirtemezsiniz; Türkçe'nin mantığına, dokusuna, ses yapısına hakaret gibi bir şey; afişin yerine "ası"?; Ası, tutu, bakı, içi, bası... Nedense hakiki Türkçe zannedilen bu kısa, kaba ve gariptir, insanda emir sigası fikri uyandıran sert sesli heceler nedir yani, kabile dili mi bu? Sultan şairlerden birinin dediği gibi ferah ve geniş saraylardan çıkıp daracık kabirlere girmek gibi bir şey... Arkaik Asya lehçelerinden başka ilham ve atıf kaynağı kalmadı mı Türkçenin?

Millî demek, ille de saf, arı, duru, yerli, mahallî demek değil; millî olanın kalitesi yüksektir evvelâ, medenî bir inşânın adıdır; Etnik veya etnografik köklere dönüş gibi sadedilâne maksatları aşmıştır; terkiptir, hem de yüksek terkip; bize ait olan şeylerin en yüksek, en kaliteli, en incelikli ve emek mahsûlü olanı; öyle ki içine bütün bir "medeniyet" sığar. Ulusal'ın mânâ sahnı dar; öyle ki içine koyacak değerler manzumesi bulmakta dahi hayli müşkilat çekildiği hissedilir: Ulus'unu yargılayan, hâlinden ve gidişâtından memnun olmayan; toplumunu, ilk fırsatta esaslı bir şekilde ıslah edilmesi gereken bir ârıza gibi gören marîz, mâlul bir bakış açısı. Milletin kökleri var, tarihi, geniş ve derin kökler. Ulus, bir mevsimlik park çiçeği gibi; kökü plastik torba içine hapsedilmiş, ikliminden ve hayat kaynaklarından koparılıp bir kenara iliştirilmiş bir süs bitkisi. Ulusalcı projelerin birer birer duvara çarpması, bu memlekette vatanını, bayrağını, milleti seven insanların köküne kıran girdiği mânâsına mı geliyor; hâşâ! Samimiyetten mahrum ve topluma rağmen biçimlendirilmiş vizyonların mukadder âkıbeti ne ise, Ulusalcılığın başarısızlığı da aynı sebeple izah edilir. Bürokratik muktedirler tarafından ne kadar alenî ve gizli destek görse de Ulusalcılığın siyasi bir proje olarak başarısızlığa uğraması çok tabiidir; buna mukabil milliyetçilik, şu demlerde en perîşan tarzda siyâsi ve ilmî temsilini yaşıyor olmasına rağmen, milletin derin kökleriyle kurduğu bağların yüzsuyu hürmetine hâlâ ayakta duruyor. Budur hikmeti. Kelimelerin de tılsımı vardır ve bütün tılsımlar kelimelerle yapılır.


Kaynak (Arşiv)