"Bu tuhfe bulanındır!"
"Birdenbire bul aşkı, bu tuhfe bulanındır"
Şeyh Gaalib
Batı dünyası Hıristiyan kültürü, Hellen-Roma siyasi tecrübesi ve Yahudi dini geleneğinin teşkil ettiği sacayak üzerinde duruyor. Laiklik fikrinin anayurdu olmasına rağmen Avrupa kıtası, mühim ölçüde Hıristiyanlık öğretisi etrafında gelişip yaygınlaşan Hıristiyan kültürünün bir inşasıdır. "İslam kültürü" dediğimiz kavram ise tarih boyunca İslam topluluklarının, İslam anafikri etrafında teşekkül ettirdikleri bütün birikimi ihtiva eder. Bu noktada "din" ile onun etrafında meydana gelen kültürün kaynak itibariyle birbirinden ayrı uzviyetler olduğuna dikkat etmek gerekir. Bu tabiatıyle din kültürü, insan topluluklarının en manidar birikimlerinden biridir.
Sual şu: Hıristiyan kültürü "Batı" vakıasının harcında en azından üçte bir nisbetinde hisse sahibi iken İslam kültürünün İslam harici beynelmilel aleme katkısı nedir? İslam'ın beşeriyete şüphesiz çok manidar bir katkısı var; fakat özellikle Türkiye için konuşmak gerekirse, laiklik fikrinin berbat bir seviyesizlikle algılanmasından doğan zihni arızalar yüzünden biz, yeryüzüne ne kattığımızı da fark edemez halde bulunuyoruz. Bill Clinton'ın Ramazan Bayramı dolayısıyla yayınladığı tebrik mesajı, bana bu gerçeği hatırlattı: Clinton sadece ABD Başkanı kimliğiyle değil, bizim nazarımızda bir gayrımüslim olarak ama güzellik, erdem ve yüksek fikirler namına dünya dağarcığına kimin hangi değerleri katabildiğinin farkına varmış bir gayrımüslim olarak konuşunca söyledikleri bize anlamlı göründü. Clinton'ın söylediklerini lise seviyesinde İslam kültürü edinmiş her Müslüman bilir; ne var ki söylenenin değil söyleyenin önem kazandığı bir kariyer asrında yaşıyoruz. Clinton'ın bizim nokta-i nazarımıza göre bir hakkı teslim etmesi hoşumuza gidiyor. Halbuki Müslüman'ın değer terazisi, söyleyen ve söylenenden bağımsız, sadece "Hak en yüce değerdir ve hiçbir şey onun fevkinde bulunamaz" kıstasıyla çalışabilmeliydi.
İstanbul'da toplanan son AGİT toplantısı esnasında Bill Clinton, Türkiye'nin 21. yüzyılda taşıması beklenen öncü rolüyle ilgili şeyler söylemişti, çoğumuz için şaşırtıcı hatta nefis okşayıcı bu beyanların da benzeri bir etki uyandırdığını zannediyorum: Clinton, içimizde hala sağlıklı düşünebilen hayli insanın daha önceden öngörebildiği ve söylediği şeyleri söyleyerek Türk kamuoyunda büyük sempati kazandı. Şimdi "Ramazan'ın sadece kutsal bir görev anlamına gelmeyip aynı zamanda güçlü bir öğreti" olduğunu vurgularken de idrak cihazlarımız benzer tarzda çalışmaya başlıyor. Ramazan'ın Müslümanlara ilaveten bütün insanlığa, acı ve yoksulluk çekenlere yardım konusundaki sorumluluğumuzu hatırlattığı gerçeğini herhalde ilk defa duymuyorsunuz; keza daha iyi ve daha insanca bir dünya inşa etmek için müştereken gayret göstermek gerektiği fikrini de.
Bu bayram mesajı çoğumuzda, beklendiği gibi, "Bir bizimkilere, bir de elin gayrimüslimine bak!" mukayesesini uyandırdı. Burada önemli olan nokta, emanetçisi olduğumuz "haber"in kıymetinden ve sorumluluğundan bihaberliğimizdir. Din'i devlet işlerinden uzak tutmak titizliği ile biz İslam'ı, içinde herhangi bir evrensel haber bulundurması esasen mümkün olmayan bir batıl öğreti gibi algılamaya başladık. Bütün dikkatlerimizi yumruk yememeye, daha fazla aşağılanmamaya ve "homongolos" muamelesi görmemeye teksif etmişken "İslam'ın alemlere rahmet bir muştu" olduğu hakikatini bilmek kafi gelmiyor; o hakikati kendinden emin ve kendiyle barışık bir haletle terennüm edecek fikir selametinden hala ne kadar uzağız?
"Bütün inançların saygı gördüğü, ayrı inanç ve etnik kökenlerden gelen insanların bir arada uyum içinde yaşayabildiği, farklılıklarımızda güç ve neşe bulabildiğimiz bir dünya ümid ediyor ve bunun için dua ediyoruz." cümlesinin nüktesi de şüphesiz İslam'a dair. Neyin İslam'a dair olduğunu fark edebilmek için herhalde İslam ve onun kültürü hakkında bilgi ve kanaat sahibi olmak gerek. Birleşik Devletler, Başkanı'ndan gazetecisine, akademisyeninden fikir adamına kadar kendi vatandaşlarına bu duruş ve fikir selameti nimetini bahşedebildiği için bir dünya devi. Demokrasisinin bizden daha gelişkin olduğuna aldanmamalı: ABD, dünya siyasi tarihinin gördüğü en karmaşık ve en müşkil yönetim tarzı olan imparatorluk modelinin belki de günümüzdeki tek temsilcisidir ve "emperyal" vizyona sahip bir devletin yöneticisi için "farklıları bir nevi güç ve neşe kaynağı" olarak görmek son derece tabii -ve tabii tarihi- bir davranıştır.
Sırtında dünyanın hazinelerini taşıdığı halde dikkatini çamur ve yara içindeki bitkin ayaklarından ayıramayan hamalları andırıyor durumumuz:
Doğrusu her hikmet, onu fark edebilene gülümser!