Bu perhiz; bu turşu!

Tek Parti dönemi denince Türkiye’de hatırlanan şudur: 4 Mart 1925’te meşhur “Takrir-i Sükûn” kanununun çıkmasıyla başlayan ve 1946’da çok partili seçimlere geçilmesiyle sona eren tarihî kesit. Bu meşhur dönemde Türkiye Cumhuriyeti, CHP’nin devletin kendisi haline geldiği, demokratik hak ve hürriyetlerin askıya alındığı sıradışı bir kapalı rejim yaşadı.

Basına ağır sansür uygulandı. Dini gruplar baskı altına alındı, soruşturuldu, kurumları kapatıldı, yargı karşısına çıkarıldı ve etkisizleştirildi. Dini hayat tamamen devletin kontrolüne geçti. Bir kısım camiler, cemaati yok gerekçesiyle kapatıldı ve layık olmayan işlerde kullanıldı. Ezan Türkçeleştirildi. İşçi hakları boğuntuya getirildi, grev ve lokavtlar yasaklandı. CHP’den başka parti kurulması izne tabiydi, bütün seçimlere tek başına giriyor ve elbette kazanıyordu. Devlet, milleti uygun bir kalıba sokmak maksadıyla bir dizi kültür operasyonuna girişmişti: Üniversitede tasfiyeler yapıldı. Türk dili devlet eliyle “özleştirildi”. Takvim, kıyafet, alfabe düzenlemeleri yapılırken, değil halka, CHP grubuna bile danışma ihtiyacı hissedilmiyordu. Bu dönem İstiklâl mahkemelerinin gerek görüldüğünde eski siyasi hesapları kapatmak için rejim satırı gibi işlediği zamanlara da sahne olmuştur.

Uzar gider bu satırlar...

Tayyip Erdoğan, anamuhalefet durumundaki CHP’yi eleştirmek, kızdırmak, dalga geçmek veya çileden çıkarmak için sık sık tek parti dönemindeki olumsuzluklardan örnekler verir, grup kürsüsünden fotokopisi çekilip büyütülmüş belgeler gösterir; CHP’nin niçin bir türlü iktidara gelemediğini ve niçin milletin tasvibini kazanamayacağını anlatırken tek parti devrinin ağır baskı tablolarından örnekler verirken çoğu kere haklıdır. Mesela referandum konuşmalarından birinde,

-Biz bunların tarihini, cemaziyelevvellerini iyi biliriz. Bunların Anadolu topraklarında camileri nasıl ahır haline getirdiklerini iyi biliriz”, derken tek parti devrine doğrudan göndermelerde bulunmaktadır; kezâ 2012’deki bir grup toplantısında bu verimli kaynağa bir kere daha müracaat ediyor: “Tek parti CHP, İsmet İnönü camileri kapattı!”

Bu örnekleri de çoğaltmak mümkün fakat geçen hafta içinde öyle bir şey söyledi ki, herkesin aklı karıştı:

-Ey Kılıçdaroğlu! Gazi Mustafa Kemal’i sen hiç okumadın mı? Hem CHP’nin genel başkanıydı hem de cumhurbaşkanıydı. İşine geldiği zaman ‘CHP’nin kurucusu Atatürk’tür’ diyor, işine geldiği zaman görmüyorsun. İnönü hem CHP’nin genel başkanıydı hem de cumhurbaşkanı. Celal Bayar cumhurbaşkanı seçildiğinde Demokrat Parti’nin genel başkanıydı.”

Böylece herkes aslında hiç yaşamadığı halde kendiliğinden bir yaşına daha girdi. Sayın Erdoğan CHP’yi zor durumda bırakmak için antidemokratik malzeme itibariyle “engin ve zengin” tek parti dönemini yerden yere vuruyor, demediğini bırakmıyor fakat mesele, devlet başkanının aynı zamanda siyasi parti mensubu olmasına gelince tek parti dönemini ve liderlerini güzellemeye başlıyordu.

*

Sırf, gönlündeki başkanlık modeline uyuyor diye tek parti döneminin “Ebedî Şef”, “Millî Şef” uygulamalarını referans göstermek sadece tutarsızlık değil, aynı zamanda bir miktar samimiyetsizlik de ihtiva ediyor.

14 Mayıs 1950 seçimlerini Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, 1924 tarihli anayasa halen yürürlükte olduğu için seleflerinin statüsünü devam ettirmişti. Ne var ki kendisi de namdar bir İttihatçı ve tek partici olan Celâl Bayar’ın, DP’nin iktidarda olduğu günlerde, topuzuna “DP” nakşedilmiş bir bastonla çekilmiş fotoğrafı ve zaman zaman hâlâ bir DP’li gibi davrandığı yolundaki yoğun eleştiriler, DP’li yıllarda bile “partili cumhurbaşkanı”nın yadırgandığını gösteriyor.

Partili cumhurbaşkanı modeli, tek partiyle birlikte tarihe karıştı Türkiye’de. 1961 Anayasası’nın 95. maddesi açık: “Cumhurbaşkanı seçilenin partisi ile ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği sıfatı sona erer”. Aynı hüküm 82 Anayasası’nın 102. maddesinde aynen tekrar edildi.

Tek parti dönemi 21 yıl sürdü. İnönü’lü ve Bayar’lı ara dönem de ilave edilirse 35 sene; buna mukabil partisiz ve tarafsız cumhurbaşkanlığı tam 53 senedir yürürlükte.

*

Tarafsız cumhurbaşkanında son iki anayasanın ısrarı nedir acaba? Son derece açık; partili cumhurbaşkanlığı modelinin işleyişinden duyulan hoşnutsuzluk! Zira cumhurbaşkanı, 104. maddede yazıldığı üzere, “Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder”. Nokta! Devlet başkanının partili bir geçmişe sahip olması kusur veya eksiklik değildir ama göreve seçildikten sonra devletin ve milletin saygı duyması gereken bir makamı şahsında tecessüm eder. Onun herkese aynı derecede, eşit ve adil yaklaşması makamının şanındandır.

Öyleyse biz de âdil olalım; partili cumhurbaşkanı dünyanın sonu değil. Demokrat dünyada benzerleri de var fakat bizim demokrasi kıdemimiz, o dünyadan fersah fersah geride. Aslında bir devlet, yazılı anayasa olmaksızın da ayakta durur ve duruyor. Bütün mesele, “Atatürk de partiliydi, İnönü de; ben niçin olmayacakmışım bakayım!” diye şahsına uygun yeni bir başkanlık modeli geliştirmek isteyen Sayın Erdoğan’ın, Partili cumhurbaşkanı rolünde insanlara ne kadar eşit ve âdil bakabileceğinde yatıyor.

Modele uygun bir başka aday için bile partili cumhurbaşkanı için henüz çok erken; başkanlık modeli için de öyle. Güçler ayrılığından sızlanan birinin başkanlıktan söz etmesi aslında şaka gibi bir şey. Başbakanlığının son yıllarını gerginlik ve kutuplaştırma siyaseti üzerine bina eden ve bu esnada halkın yarıdan fazlasını çeşitli sıfatlar yakıştırarak öteleyen, sisteme yabancılaştıran ve küçümseyen birine başkanlık yetkileri emanet etmek kâğıt üstünde bile akla yatkın görünmüyor.

*

Bu fikir hangi danışmanın eseriyse vahim bir pot kırmış; güyâ Atatürk ve tek parti dönemine şirin bir göndermede bulunularak CHP çizgisindeki laik ve ulusalcı seçmene hoş görünmek hesabı güdülmüş olabilir. Bütün siyasi hayatı boyunca tek parti dönemi uygulamalarından, liderlerinden yakınan, örtülü veya açık eleştirilerde bulunan birinin günün birinde, tek partinin devlet başkanlığı modelinden şefaat umması hiç inandırıcı değil, hatta komik.

1950 yılında Türk halkının çoğunluğu, CHP ve liderlerinin yönetiminden duyduğu öfke ve sıkıntıya tepki olsun diye (aslında kurucuları CHP kökenli) DP’yi iktidara taşıdı. Artık tek parti dönemini CHP bile göğsünü gere gere savunamazken, CHP’yi eleştirerek bir fırın ekmek yemiş birinin tek partiye kasideler okuması doğrusu çok eğlenceli oluyor.

Ah politik hırs!


Kaynak (Arşiv)