Bu kadarı da fazla!
İngiliz krallarından birisi, vaktiyle bir kasabada konaklamak mecburiyetinde kalıp handan oda kiralamış. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra hesap öderken bir yumurtaya iki yüz fiyorin yazıldığını fark edince yüzünü buruşturmuş,
-Sizin köyünüzde yumurta bu kadar nadir bir nesne midir ki bunca para istersiniz?
Hancı pişkinlikce cevap vermiş,
-Hayır haşmetmeab, yumurta boldur fakat, kral nâdirdir!
...
Doğruluğu ile meşhur birini şahitlik için mahkemeye götürmüşler ve Kadı'ya da evvelce dürüstlük vasfını bir güzel medhetmişler fakat Kadı'nın bir gözü körmüş meğerse. Şahit içeri girip Kadı'yı görünce,
-Esselamü aleyküm kör Kadı, deyince Kadı dayanamamış, "yoo" demiş, "bu kadar doğruluk da fazla doğrusu!"
...
Sultan Mahmut bir gün İzzet Molla'ya takılmak maksadıyla camsız bir gözlük hediye etmiş. Molla hemen gözlüğü takmış ve Edirnekapısı taraflarına bakarak "Hüvel Hallaku'l-bâki" diye okumaya başlayınca Padişah taşı gediğine koymuş,
-Efendi maşallah, pek uzakları okuyorsun. Molla bunun üzerine şu cevabı vermiş,
-Padişahım, ihsan buyurduğunuz gözlüğün bir de camları olaydı, evelallah Levh-i mahfûzu bile okurdum!
...
Bir şair, devrin büyüklerinden birinin bahçesinde tere bitkisinin bolluğunu görüp, bahçe sahibine telmihen hemen oracıkta şu mısraı söylemiş:
"Hindibâya galebe etti bu bağın teresi!"
...
Eski şairlerden Hayatî'nin kardeşinin adı da Memâtî imiş. Şairin şakayı seven ve kaldıran Postî nâmındaki bir fakih dostu varmış ve günün birinde Hayatî, Fakih Postî efendiye latife olsun diye şöyle bir fetva dilekçesi yazıp göndermiş,
-İt postî, hınzir postî, debbağlamakla temiz olur mu; cevap verib sevab kazanalar!
Postî nükteyi anlamış ve tezkenin altına şöyle not düşmüş,
-Hayatî de murdardır, Memâtî de!
...
Geveze olduğu kadar yazdıkları da beş para etmeyen bir şair, yolda yürürken musallat olduğu dostuna durmadan yüksek sesle şiirlerini okuyormuş. Adamcağız dayanamamış,
-Biraz yavaş sesle okursanız daha iyi olacak, zira başkalarının da sizi işitmesi mümkündür!
...
Mahrukizade Ali Bey'in evi yanmış (Mahrukizade, "yanmışın oğlu" anlamına gelir). O da yana yakıla Kâmil Paşa'ya halini anlatmaya gitmiş. Paşa, Mahrukizâdeyi kapıda görünce takılmadan edememiş,
-Ooo, buyurun çifte kavrulmuş bey!
...
Fukaranın birinin çocukluk arkadaşı yüksek bir mevkie gelip önemli adam olmuş. Bizim fukara, "belki bir yardımını görürüm" ümidiyle mansıp kazanan dostunu ara sıra ziyaret eder fakat umduğunu bulamazmış. Günün birinde sohbet esnasında eski arkadaşı bizim fakirle konuşmaya tenezzül etmiş,
-Evladınız var mı?
-Onüç yaşındadır efendim, ellerinizden öper!
-Yaa, iyi mektebe gidiyor mu?
-Evet efendim.
-Peki ne okuyor?
-Ahbab hukukuna riayet etmeyenlere lânet okuyor efendim!
...
Ev sahibi kiracısının evinde otururken çatıdan şiddetli bir gıcırtı duyulur. Ev sahibi telaş edince kiracı izahat verir,
-Galiba çatı pek sağlam değil, daha önce de böyle olmuştu; şunu vakti iken tamir ettirseniz?
Ev sahibi ağırdan alır, "Korkma efendi" der, çatı tesbih ediyor, bi şey olmaz"
Bunun üzerine kiracı der ki, "Çatının tesbihinden korkmuyorum efendim; bir müddet sonra vecde gelir de secdeye kapanır diye endişeleniyorum!"
...
Bir hayli zaman önce safdilin biri hacca gitmiş. Orada bakmış ki hacılardan kimi köle, cariye azad ediyor, kimi nezirler, kurbanlar adıyor. Bizimki Kâbe kapısı'nın demir halkasına tutunup şöyle demiş,
-Yarabbi! Bilirsin ki benim Zeyneb'in anasından başka azad edecek kimsem yoktur; üç talakla boş olsun. Sağlık ile memlekete varırsam karabaşı da yoluna kurban edeyim!
...
Adamın biri Ramazan'da oruç tutmak adeti olmadığı halde sahurlarda muntazaman kalkıp yemeğini yermiş. Bir gece karısı aksilenmiş,
-Canım efendi, oruç tutmuyorsun, ya peki niçin sahur yiyorsun?
Adamın tepesi atmış,
-Maaşallah, be kadın; farzı terk ettiğim yetmiyormuş gibi bana bir de sünneti boşlamamı mı öğütlüyorsun?
...
Delikanlının biri kötü yollara düşüp işret âlemlerine dalınca annesi telaşa kapılmış, nasihat, tekdir para etmemiş. Nihayet, "babana söylerim" diye tehdid edince delikanlı, "Eğer babam benimle bir gece işret ederse tövbe ederim; söz" deyivermiş.
Saf kadıncağız, ömründe bir kere işret etmemiş kocasına durumu anlatınca adamcağız, çaresiz "peki" demiş. O gece baba oğul evden çıkıp meyhaneye giderek dört başı tekmil bir sofra donatmışlar, çalgılar, eğlenceler derken sabaha karşı birbirlerine yaslana tutuna evin kapısını bulmuşlar. Adam karısının kulağına eğilip demiş ki,
-Hanım, oğlana söyle, hele acele etmesin!
Faik Reşat Bey'in "Külliyat-ı Letaif" isimli eserinden, Kitabevi, İst., 1995.