Bu filmi vaktiyle Almanlar da seyretmişti
Aşağıda okuyacağınız kanun maddesi tamamen hayal mahsulüdür; böyle bir kanun henüz çıkmadı ama çıkmaması için de hiçbir sebep yok!
Kanun şöyle: “TC hudutları dahilindeki bütün taşınır ve taşınmaz değerler, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren kamulaştırılmıştır. Daha önceden özel mülkiyet kapsamına girdiği için tapu sicil kütüğüne işlenen gayrimenkullerin sahipleri, bu tarihten itibaren sadece kiracı sıfatıyla zilyedliklerine devam eder ancak, Bakanlar Kurulu’nun takdir edeceği oran üzerinden devlete kira öderler. Taşınır mallar için, aynı usul uygulanır ve devletin demirbaş varlığına kaydolunarak zilyedlerine belirlenecek bedel üzerinden kiralanmış sayılırlar.”
Olmaz demeyin, nasıl olabileceğini safha safha anlatayım size...
Türkiye’de kanun çıkma süreci belli. Bakanlar Kurulu tasarısı veya vekillerin teklifi üzerine bu metin önce Meclis Başkanlığı’na sunulur, oradan ilgili komisyonlara havale edilir. Komisyonlar toplanır. Muhalefet temsilcileri evvela Anayasa Komisyonu’nda yeri-göğü birbirine katıp, “Olmaz böyle kanun teklifi, bırakın bizim Anayasa’yı veya evrensel hukuku, Hammurabi kanunlarına bile aykırı” diyerek itiraz ederler. Muhalif basın, “Lenin bile bu kadarını düşünmemişti” diye feryada başlar. Sosyal medyanın gedikli fenomenleri teklifi yerin dibine batırıp dalgalarını geçerler. Bu esnada komisyonda çalışmalar devam eder, özellikle kameraların alındığı celselerde vekiller birbirinin üzerine yürür, tabletler havada uçuşur fakat çoğunluk iktidarda olduğu için teklif komisyondan geçer.
Ardından Genel Kurul; iktidar temsilcileri arslanlar gibi kanunu savunur; muhalifler, “Dünyayı kendinize güldürüyorsunuz, yapmayın” filan diye itirazlarını sürdürürler ama Genel Kurul’da iktidar vekilleri çoğunlukta olduğu için parmak hesabıyla metin kabul olunur. Artık metin cumhurbaşkanlığı onayı için Köşk’e, pardon Saray’a gönderilecektir. Saray metni bekletmeksizin “Vınn” sesi çıkararak kabul eder ve Meclis Başkanlığı’na yollar. Kanun oradan Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımlandığı anda yürürlüğe girer.
Muhalefet için tek yol kalmıştır; AYM’ye başvurmak; ne var ki AYM’nin gündemi yoğundur bu ve benzeri kanunlara varana kadar gün akşam olabilir ve nitekim kanun fiilen yürürlükte olduğu için uygulama hemen başlayacaktır.
-Hayır, n’olamaz; böyle saçma-sapan bir metin kanun haline gelemez; parlamenter sistemde pek çok dengeleyici mekanizma vardır- onlar devreye girer yahu, diyemezsiniz arkadaşlar. Sistemin denge-kontrol mekanizmaları haylidir işlemiyor, sakat! Yasama uzvu, yürütmeyi denetlemek yerine talimatlarını yerine getiren bir danışma kurulu niteliğine büründü. Bağımsız ve tarafsız olması gereken hukuk kurumlar, Danıştay’ı, Sayıştay’ı, HSYK’sı, hatta AYM’si ile teker teker kontrol altına alındı. Eskiden “Cumhurbaşkanı var, herhalde bu kanunu en azından ele-güne karşı ayıp olmasın diye veto edecektir” diye düşünürdük de havamızı alırdık hani hatırlarsınız... Malumunuz artık öyle bir ihtimâl de kalmadı. İktidarın uygun gördüğü her metin, icabında ışık hızıyla Resmî Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giriyor.
Hadiselerin bizzat orta yerinde yaşadığımız için göremiyoruz; “kanun devleti” denilen şey budur sevgili öğrenciler. Adaletsizlikler kanunla icrâ edilir.
Bitmedi, durun; diyelim ki bazı politikacı, bürokrat ve işadamları el ele verip bir rüşvet çetesi kurdular (Ho ho, imkânsız ihtimâl ama diyelim ki oldu!). Soru şu: İktidar müsaade etmedikçe bu rüşvet çetesi hakkında re’sen harekete geçip kanuni işlem yapacak bir merci var mıdır, kalmış mıdır, artık öyle bir şeyden bahsedilebilir mi?
Kolay soruyu buldunuz gülüyorsunuz bakıyorum! Gülün gülün, vaktiyle Almanlar da “n’oolacak yav” demişlerdi...