Bu de’vâ ne de’vâsıdır?
Yeni başbakanımız Binali Yıldırım, hükümet programında ‘Dâvâ’yı, mühendis zekâsına yaraşır bir fesahatle özetlemiş: “Hükümet programının merkezinde anayasa reformu ve başkanlık sistemi olacaktır.”
İçinizden bazı fesatların, ‘Sıkıysa olmasın; adamı o’ssaat MKYK’da beşlik leblebi gibi harcarlar.’ diye bıyıkaltından gülümsediğini görür gibiyim ve bu türlü sui-niyet okumalarından ötürü o arkadaşları kınıyorum.
Başbakan önemli bir şey açıklıyor. Nedir o? Dâvâ! Dâvâ nedir; söylüyor işte: Başkanlık sistemi…
Tam da buracıkta konuyla ilgili bir beyit hatırladım ama, yarım yamalak… Arşivimi tarattım, çıkmadı, internete sordum, ı-ıh. Baktım olacak gibi değil, açtım eski bir dosta telefon. Kendisinin maşallahı vardır. Beyiti yarım yamalak tarif edince derhal, ‘Bak azizim’ diye haşlamaya başladı. “Rûşen Eşref üstâmızın (Ünaydın) ‘Diyorlar ki’ nâm eserinde vardır bu beyit; işte hemen rafa uzanıyor ve açıyorum; sayfa 290. Rûşen Bey’in, Sakallı Nureddin Paşa’nın Adapazarı’nda linç ettirdiği Ali Kemal Bey’le mülâkatında geçer bu beyit, aynen şöyle:
“Kimse idrâk etmedi mânâsını dâvâmızın
Biz dahi hayrânıyız dâvâ-yı bî-mânâmızın”
‘Hah’ dedim, ‘Aradığım beyit buydu işte; sağolasın.’ Telefonu kapattıktan sonra dedim ki, ‘Yahu ben bu beyti birkaç defa kullanmıştım eski yazılarımdan birkaçında; internet taramasından niçin çıkmıyor?’ A, farkettim ki Zaman gazetesinin olanca arşivini kayyım arkadaşlar sanal âlemden bir lâhzada silivermişler. Engizisyon döneminde Avrupa’da (daha sonra Nazizm döneminde de tekrarlandı!) ‘tu kaka’ kitapları bir meydana yığar, ateşe verirlerdi. Bizimkilerin ‘medeniyyet’ hamlesi, güzel bir terkible batının dijital teknolojisi ile bizim öz be öz ve yerli kindarlığımızı halhamur ederek bu barbar uygulamaya son vermiş. Hezâr âferin! Artık kitaplar, gazeteler meydanlara yığılıp tutuşturulmuyor, ‘server’ın fişi çekiliyor!
Dâvâ diyorduk… Silk-i Mevlevî’den Yenişehirli Avnî bey dâvâyı iki satırda özetlemiş (‘harcamış’ demek daha doğru olurdu). Eski kelimelerden ürken yeni kuşak için sevabıma yeni Türkçe’ye terceme edeyorum; diyor ki Avnî bey: ‘Şu bizim dâvamızın anlamını [biz de dâhil] kimseler bilemiyor, fakat gam değildir, biz yine de dâvâya hayranız!’
Dâvâ deyince yaşanmış bir hadise aklıma geldi; onu da dercedeyim müsaadenizle: Olay bir Orta Anadolu şehrinde geçiyor. Şehrin kalburüstü tüccarlarından birinin en küçük kardeşi şehrin tıp fakültesinde okumakta iken sık sık ağabeyinden külliyetli miktarda harçlık talep etmektedir. ‘Delikanlıdır, lâzım ki istiyor.’ fikriyle kardeşinden para esirgemeyen tüccar bir gün dayanamayıp soruyor, ‘Naapıyorsun oğlum bu kadar parayı; nereye harcıyorsun?’ Delikanlı göğsünü kabartarak diyor ki, ‘Dâvâ için harcıyorum agabey!” Abi dayanamayıp infilâk ediyor: “Ula bu de’vâ ne de’vâsidir? Kari-kız de’vâsı degildir, işret de‘vâsi değildir, kumar de’vasi değildir; peki bu de’vâ ne de’vâsidir?’
Delikanlının ne cevap verdiğini bilmiyorum ama biraz edebiyat zevki olsaydı, Yenişehirli Avni Bey’in yukardaki beytini okur, kafası karışan ağabeyinin şaşkınlığından bilistifâde parayı götürüp yine çatır çatır ‘de’vâ’ya yatırırdı!
Bu de’vâ Başkanlık de’vâsıdır agabey; ben söylemiyorum başbakan söylüyor. Eskiler bu duruma ‘İntâk-ı Hakk’ derlerdi, yani ‘Hak söyletiyor!’ Tam tamına olmasa bile Frenkler kısmen ‘Lapsus’ diyorlar bu psikolojik fenomene; tam olarak ‘Lapsus linguae’. Bilinçaltında paslı mıh gibi saklı ama pek telaffuz etmek istemediğimiz bir şeyin şaşırtıcı bir şekilde şuur katına yükselerek ‘sürçme’ ile dillendirilmesi.
Burada dil sürçmesi filan yok, ‘Güm’ diye açıklamış Binali Bey ‘dâvâ’yı. Ah Avni Bey ah…