Bu "ciddiyet" bizi bozmasın Cengiz?

En insaflı hesapla gazetelerin beşte biri, bize aslında mevcut olmayan zâhiri bir dünyadan haberler yetiştirmekle kendini sorumlu sayıyor:

Spor, daha doğrusu futbol sayfalarından bahsediyorum; her gün en az iki gazete sayfasında aynı takımdan bahsetmenin hâsılı saçmalamaktır. Gazete ve televizyon editörleri müşterinin nabzını tutmak zorundalar bir yerde. Denildiğine göre Fenerbahçe haberlerinin ikrâmiye cinsinden özel bir tirajı varmış; Fener'den bahsedersen en azından işini garantiye alıyorsun demektir bu. O zaman gelsin "Fenerbahçe zımba gibi; atıyor, tutuyor, parçalıyor" neviinden masabaşı şişirmeleri. Adamlar yeni takım yapmışlar, henüz ikinci maçlarını oynuyorlar, rakipleri sıradan ama başlık şöyle atılıyor: "Fenerbahçe tank gibi". Koleksiyonlara bakın, her sene aynı terâne. Takımın eski yöneticisi Kıyat Paşa diyor ki, "Takımın durumu yönetimin aynasıdır; aynı yönetim anlayışı sürdüğü müddetçe başarı gelmeyebilir." Acı ve doğru sözler bunlar ama Fenerbahçe patentli iletişim kanallarında kaybolup gitmeye mahkum. Üst üste kazanılmış iki maçla kendinden geçen, kaybedilen her maçta kahrolup birbirine düşen bir âlem bu. Dikkatli bakınca lâfa, gösteriye, imaja ve başarıya dayalı bir endüstriyi ayakta tutmak için birbirine yaslanan sektörlerden başka bir şey görünmüyor ortalıkta. Yeterince ciddiye alınırsa futbol bile bir "şey"dir lakin ciddiyet; yani olguları gerçek büyüklüğü ve önemiyle kavramak cehdi bizimkileri bozuyor, yaramıyor! Neticede istiskâle uğrayan ve adam yerine konulmayan taraftardır; her yeni yabancı oyuncuyu "süperstar, havada iki dakika kalıyor, ensesiyle bile gol atar" diye abartıp yarım sezon sonra yurda kanunsuz yollardan girmiş mülteci gibi sepetleyen bu garip gazetecilik üslubu, aslında müşterilerine en büyük hakareti revâ görüyor.

*

Genç Parti, hormonlu sebzeler gibi kısa zamanda büyük bir başarı kazandı ve bu başarının aslında ne kadar "tehlikeli" sayılması gerektiğine işaret etmiştik. Şans, konjonktür, uygun şartlar vesaire bir partinin iki ayda % 7'lere varan bir skor tutturmasını izah edemez; izah edilmesi lâzım gelen asıl şey, seçmenin, imaj ve propaganda kampanyalarından bu kadar kolayca etkilenerek taraf değiştirmesidir; aynı tahlili MHP'nin 18 Nisan 1999 seçimlerindeki şaşırtıcı başarısı hakkında da yaptığımı hatırlıyorum; karşılığı olmayan her başarı büyük risktir, tehlike alâmetidir.

GP liderinin hissedarı olduğu Uzan Grubu'nun başı dertte. Henüz yargı kararıyla kesinleşmemesine rağmen iddialara bakarak söyleyebiliriz ki Uzanlar, GP yoluyla hükümet olup kamu gücünü kullanma hakkını ele geçirselerdi, bu "cür'et"in önüne dikilebilecek engel tasavvur etmekte zorlanırdık. Star gazetesi artık, gazetecilik prensiplerini bir yana bırakarak kabadayı ağzıyla manşet çekmeye başladı. Televizyon kanallarında ise haber spikeri, sarsak bir üslûpla resmen dedikodu yaparak, patronunu haklı göstermeye uğraşırken aslında seyircisini aşağıladığını fark etmiyor bile.

Bu gazetecilik üslubu ile Uzanlar'ın iktidar olduğunu tahayyül ediniz!

*

Kamuoyu dediğimiz mevhum kitlenin ne freni var ne direksiyonu; hâfızasının kıt olduğunu zaten biliyorduk; bu haliyle insana tedirginlik veriyor. Kendisine uzatılan her çiçeği koklamaya, her eli sıkmaya, her tebessümü tehâlükle karşılamaya hazır.

Seksenli yılların sonunda bir bankerler faciası yaşandı, bundan on sene sonra bazı açıkgözler "garantili kâr ortaklığı" adı altında holdinglerine para toplayıp batırdılar. Derken irili ufaklı bankaların, bizzat sahipleri tarafından soyulduğu için iflâs ettiklerine şahit olduk. Şimdilerde yeniden bir "off"shore"zedeler ortaya çıktı. Kameralara galiz ve acı bir dille konuşup devleti eleştiriyorlar. Yüklü faiz gelirleri aktığı müddetçe şikâyet etmiyorlar, ortalıkta görünmüyorlar, ses de çıkarmıyorlar ama paraları riske girdiği zaman zehir kesiliyorlar. Yüksek faiz rüzgârlarının nereden estiğini bilecek kadar uyanık ama üstlendikleri riskin hiç de mâkul olduğunu görmeyecek kadar dalgınlar.

İyi de bir şeylerden hiç ders almayacak mıyız biz?

*

Bugüne kadar hükümetin Irak politikası mütereddid zig"zaglar ve muğlaklıkla doluydu; tenkid hakkını asılı tutup insafla belirtmeliyiz ki Türkiye, Irak'ta askeri varlık bulundurmaya mecbur hatta mahkûmdur; bu işin üslûbunu tanzim etmek hükümetin görevidir ve şimdiye kadar bu görevi hakkıyla ifâ ettiklerini söylemeyiz ama Irak'ta bir şekilde "nâfiz" olmamız gerekiyor. "Göndermeyelim, biz ABD'nin uşağı değiliz" lâfları kulağa ve gönüle hoş geliyor fakat Türkiye kendi hinterlandında etkili bir güç olarak mevcut olmak zorunda. Krizleri iyi yönetememek, bölgedeki gelişmelere karşı "küs" durmamızı gerektirmemeli diye düşünüyorum.


Kaynak (Arşiv)