Bu bizim beşinci mevsimimiz
Yolcu etmeyi ve yolculanmayı sevmem; bunun tek istisnâsı hacca giden ve oradan dönen hacı kafileleridir.
Bugünlerde yurdun dört bucağında otobüs terminallerinde yüz binlerce insan, binlerce hacı adayını uğurluyor. Yaşamayan bilmez; dünyada hiçbir yolculuk, gideni ve uğurlayanı bakımından bu kadar gönül açıcı, bu kadar ferahlık verici, bu kadar neş'e dolu olamaz; sevincin gözyaşlarına dönüşmesi hiçbir zaman ve zeminde bu kadar tabii görünmemiştir. Ömürlerinde hiç hacı uğurlamayanlar, ağlamanın bu tatlı ama yine de yakıcı boyutunu bilemezler.
Şu gidenler; şu tek tip libaslara bürünmüş sıradan insanlar, şu görünüşte alelâde ama şanslı ve bahtiyar insanlar, ki ömürlerinin bu deminde bir kere daha çocukların yaşadığına benzer türden bir saadeti yaşamak noktasında kâffesi birden şen çocuklardır. -Allah sırrını takdis etsin- Hazreti İsâ, "Çocuklar gibi olmalısınız" derken, eminim ki, şu meserretten kalbi yufkalaşmış hacı adaylarının içinde yüzdüğü yeniden doğuş neş'esini kastetmekteydi.
Derin Anadolu'nun takviminde bir de bu mevsim vardır işte; hac mevsimi!
Aylar süren "aday adaylığı" dönemi yaşanıyor; mâlum, isteyen hacca gidemiyor, adaylık kur'aya tâbi. İlk çekilişle heyecan yatışmış olmuyor; ceste ceste ek kontenjan ilân edildiğinde aday adaylarının yüreği yeniden ağızlarına geliyor. Neticede burada kalanlar, "nasip değilmiş, seneye inşallah" diye ağlayıp avunuyor, gitmelerine ruhsat çıkanların ise yüreği pır pır; ziyaretler, "hayırlı olsun"lar... Vakit yaklaştıkça "güle güle gidin; Kâbe-i Muazzama'da bizi de ismen anarak dua edin, Resul-i Ekrem'e selâmımızı tebliğ edin" temennîleriyle uğurlama ziyaretleri faslı başlıyor. Buralarda âdettir; "yoklatma" tâbir edilir. Yolcular yoklatılıyor; küçük bir hediye, üç-beş kuruş... Maksat yolculuğu ve yolcuları azizlemek, gönül almak; gayri imkânınız neye kifâyet ediyorsa...
Müftülükler beşer günlük seminerler tertip ediyor bu arada; şehrin büyükçe camilerinden birinde hacı adaylarına ön bilgiler veriliyor. Yaşlısı genci yüzlerce insan, yine çocuklar gibi dudakları kıpır kıpır derslerini ezberlemeye çalışıyorlar. Bu esnada etraflarındaki herkes, hacı adaylarına daha rakik, daha muhabbetli, daha nazik davranıyor; uzaktaki hısımlar, yakınlar bir şekilde "güle güle" demenin çaresini buluyorlar; evlâd ü âyâl son günlere yakın bir araya geliyor.
Evde bir bayram havası...
Ve nihayet sabır kandilinin yağı tükeniyor ve bütün şehir ahalisinin haberdar olduğu bir gün ve saatte uğurlama törenleri tertipleniyor. Üzerlerinde "falanca firmanın feşmekanca grubu" yazısı yapıştırılmış gemi gibi otobüsler perona gelinlik kızlar gibi çalımla diziliyorlar. Vakıa o koca yol otobüsle tüketilmeyecektir; otobüs yolculuğu en yakın havaalanına kadardır ama orada vedâlaşılıyor.
Bir tarafta bayraklar dalgalanıyor, güzel sesli müezzinler ezanlar okuyor; dualar, tekbirler, tehliller...
Otobüs şoförlerinin, muavinlerin bile gözleri nemleniyor; "ah biz de şu şanslı insanların arasında olsaydık; her şeyi ardımızda bırakıp o güzel ve mübarek topraklara gitseydik; nerede akşam orada sabah edip vaktimizi duayla, namazla, tesbihle geçirseydik; dönüşte yeni bir insan olmanın sevincini yaşasaydık" diye geçiyor içlerinden belli...
Bir mânâda ölmeye gidermiş gibi gidiyorlar; mâruf tâbirdir, "gidip gelmemek, gelip görmemek var" ama bu ölmek, başka ölmek; başka bir insan olmak için sûretâ ölmek; mânen dirilmek için ölmek.
Kalanlarda, "seneye kırıp-sarıp biz de yazılalım inşallah" kararlılığı, gidenlerde ömürlerinin en tasasız, en mes'ut, en güzel yolculuğunun ilk adımlarını yaşamanın heyecanı.
Bu bizim beşinci mevsimimiz; hac mevsimi.
Yolunuz açık olsun güzel adamlar; dualarda bizi unutmazsınız değil mi?