Bu akıllar, nasıl bir akıllar arkadaş?
BDP sözcüsü nasıl coşmuş: “İşte o zaman görürsünüz, nasıl demokratik bir eğitim gerçekleşiyor...
Eğitim halk için yapılır. Bırakın halk eğitimini nasıl yapmak istiyorsa öyle yapsın. Kadrosunu, bütçesini devredin. Bakın eğitim sorunu kalır mı? Biz buna talibiz. Kürt siyaseti olarak, demokratik özerklik projesini savunan bir siyaset olarak, açıkça buradan bir kez daha ilan ediyoruz; bıraksınlar bize. Biz tüm Türkiye’de ve Kürdistan’da da en demokratik, en güçlü, en başarılı eğitim sistemini hayata geçirelim.”
Eğitim bilimlerinde yeni bir paradigma ile karşı karşıyayız! “Paradigma” şu iki unsurdan oluşuyor: Kadroları devredin, yani öğretmen tayinlerini biz buradan yapalım ve istediğimiz kişileri göreve getirelim. İki: Eğitim bütçesini de bize devredin, yani okul binalarını siz yapın, altyapı harcamaları da sizden olsun, öğretmen maaşlarını da siz ödeyin!
Sınavlara hazırlanan gençleri, dershanelerin “elinden kurtarmak” için modern zamanların en zayıf gerekçeli, en tuhaf krizini çıkarmaktan çekinmeyen hükûmetimiz bu teklife nasıl bakar bilemem. Kendi adıma bu cesur ve açık sözlü yaklaşımı kutlamak zorundayım. Çok hoşuma gitti.
Velev ki Maarif vekili, hatta Başvekil olsam (İş başındaki Bakan ve Başbakan alınganlık göstermesin diye unvanlarını tornistan ettim!) imkânı yok böyle bir cümle kuramazdım. Her annenin kendi çapında bir uzman pedagog kesildiği, nice cihan pehlivanlarının üst üste reform kündesi denediği halde bir türlü dikiş tutturamadığı şu eğitim davasında, “Siz bırakın ben hallederim” diyebilmenin bence izahı yoktur.
Maarif vekilimiz, bu kıymetli vekili meclis kulisinin tenha bir yerinde yakalayıp, “Allah aşkına bana da söyle; şu eğitim işini nasıl halledeceksiniz?” diye akıl danışsa yeridir: Akıl akıldan üstündür yahu, bakarsınız ülkenin tamamı için parlak bir fikir zuhur eder; aydınlanırız!
Sayın sözcü eğitimde kullanacakları sihirli değneğin sırlarını tabii ki söylemeyecektir. Ona bu cesareti veren en büyük faktör, olsa olsa Kandil-İmralı hattında oluşan direktiflerin, demirden (daha ziyade namlu demirinden!) bir disiplinle alt birimlere aktarılmasıdır. Lâf arasında “demokratik eğitim”den bahsediliyorsa da, yeni eğitim anlayışının katılımcı olmaktan ziyade “sıkıysa katılma” esprisine uygun bir ruhla tasarlandığından şüphe etmiyorum. Yine de bu değerli örgütün eğitimde kazanmış olduğu tecrübeleri küçümsememeliyiz; en azından tüfekli hareketler ve yanaşık düzen eğitiminde epey merhale kat edildiği açıktır!
İyimser olmak ne güzel; hele hele “Biz var ya biz, el ele verince dağları deviririz be” diye havalara girmek ne tatlı. Maarif vekilimizin bu mucizenin sırrını öğrenmek için emeklilik ikramiyesinden bile vazgeçebileceğini sanıyorum.
Bu eğlenceli meseleyi çok bilinen bir anekdotla bağlayalım.
Rusya, Boğazlar’ın Karadeniz ağzını ablukaya almış. Hazine tamtakır, ordu keyifsiz, donanma tatsız. Ahali hababam evine mum ve buğday taşırken sarayda padişahın karnına ağrılar giriyor. Haremağası, padişahı sıkıntıda görünce sebebini soruyor ve öğrenince ellerini çırpıp, “Kolay padişahım” diyor, “Yolla Bostancıbaşı kulunu, Çar kâfirinin ensesine iki sille çeksin, defolur giderler!”
Padişah o’ssaat rükûa giderek ellerini kaldırıyor, “Yarabbi” diyor, “Şu adamın aklını bir geceliğine bana ver ki, hiç değil bir gece rahatça uyuyabileyim!”
Bir ihtimal daha var ama: Sayın sözcü, Emrullah Efendi’nin “Mektepler olmasaydı!” vecizesini yeni duymuş olabilir!