Breivik: Avrupa'nın derin paradoksu

60’lı, 70’li yıllarda, meseleleri halledecek köklü tedbirler hakkında fikri bulunmak, neredeyse liseyi bitirmiş her gencin imtiyazı gibi bir şeydi.

Büyüklerimiz buna siyasetle uğraşmak diyordu ve bize hep “Siyasetle uğraşmayın, mektebinizi bitirin” diye tavsiye ediyorlardı. Biz, siyasetle uğraştığımızı zannederken, aslında toplumu gönlümüzün çektiği gibi tasarlamakla meşguldük. En azından kendi adıma konuşmak nezaketini göstereceğim, çoğumuzda ahmaklık derecesinde bir iyimserlik ve yeterlik duygusu vardı. Bu derece çok şey bilmek ve başkalarına anlatamamak sinir bozucuydu. Total ve kesin çözümlerimiz vardı; mesele çözerken, özünü değiştirmek için kafa yorduğumuz toplumun fikrini sormak hiç aklımıza gelmezdi.

Anlattıklarım sağı da solu da aynı derecede kapsar; özellikle ahmaklık derecesinde iyimserlik ve yeterlik duygusu meselesi...

Avrupa’yı yabancılardan, göçmenlerden ve hassaten Müslümanlardan temizlemek için 1500 sayfalık kitap yazdıktan sonra işe 70 küsur vatandaşını öldürmekle başlayan Anders Behring Breivik’in ifadesindeki bir cümle, bende âdeta bir tokat tesiri yaptı desem yeridir:

“Norveç toplumunu değiştirmek istiyordum” diye yazmış Breivik.

Bu arzu, yakın zamanlara kadar meşru, hatta masum bir meşgaleydi, artık değildir, hatta suçtur. Toplumda değişmenin iki ana yolu ve üslûbu var. İlki, toplumu veri kabul ederek onun hayat şartlarını iyileştirmeye yönelik sosyal politikalardır ve dünyanın her yerinde kabul görüyor. Eğitimin yaygınlaşması, kalite artışı, açlık ve yetersiz beslenme ile mücadele, yaygın hastalıklarla savaşmak, önleyici sağlık tedbirleri, istihdamın artırılması, mesken ve altyapı politikaları bu cümledendir. İkincisi, toplumu önceden belirli bir ideolojik hedef doğrultusunda değiştirmek için gerektiğinde zorlamayı meşru gören anlayıştır ve bu tarzın en keskin örneklerini yakın tarihte önce Rusya’da Leninist ihtilâlle gördük; ardından Orta Avrupa’yı sersemleten Nazi ve Faşist yönetimleri göründü. Onları Çin takip etti. Bu örnekler, toplumun ancak zorla değişime tabi tutularak ıslah edilmesi hakkındadır ve dikkat çekilmesi gereken husus, toplumun bu esnada âdeta bilincini kaybetmiş, ölmek üzere olan bir hasta gibi kabul edilerek “iyileştirici” tedavinin, onun iyiliği için ona rağmen ve zorla uygulanmasıdır. Buna kimsenin hakkı yok.

Breivik gibilerinin kendi toplumlarında genel kabul görmüş hallerine kısaca Faşizm diyoruz. Ana karakterleri otoriter ve totaliter düzenleme taraftarı olmalarıdır; “İdeal toplum” fantezilerinden hareket ederler ve gayeye varmak için kendilerine hukuki ve ahlâki bir sınırlama getirmeyi reddederler. Toplumu değiştirmenin, proleterya ihtilâlinin, ârî ırkın, hakiki dinin veya inkılâbın gerçekleşmesi başlı başına kutlu ve uğurlu bir maksattır; çabuk ve sert hareket etmeyi severler, şiddet kullanırlar ve ahlâken kimseye karşı sorumluluk duymazlar.

Avrupa, çok ilginç bir kıta. Bilimde, teknolojik atılımda ve yüksek fikrî faaliyette dünyaya önderlik eden Avrupa, 20. yüzyıl başlarında dünyanın her yerinde aydınlanma düşüncesinin kâbesi gibi saygı gören bir itibara sahipti. Ne var ki bu entelektüel, ilmî ve teknik yoğunluk, 1914’te kopan savaşta, Avrupa’nın en ileri sayılan ülkelerinin birbiriyle boğazlaşmasını engellemedi; belki teşvik bile etti. Avrupalı ordular, birbirlerini ateşle, kanla, zehirli gazla boğdular; yirmi yıl kadar devam eden kısa ateşkesten sonra ikinci hesaplaşma, ilkine rahmet okutacak derecede kanlı ve topyekun cinayetlere sebep oldu. Avrupa, XX. yüzyılda özgüvenini kaybetti, sarsıldı ve geriledi. Avrupa Birliği, sarsılan Avrupa’nın kendi değerlerine dönüş gayretiydi ama değerler konusundaki zihin bulanıklığı yüzünden müşterek Avrupa fikri başarısız oldu. Avrupa’da bugün, Avrupa toplumlarını yeniden tasarlamak, değiştirmek isteyen aşırı sağcı ve fanatik Nazi ruhunun hayaleti dolaşıyor.

Breivik, Avrupa’nın paradoksudur ve asla ferdî bir örnekten ibaret değildir. Daima yüksek refah seviyesinde yaşamak, az çalışmak, uzun ve konforlu yaşamak ve dışarıdan gelen etkilerle rahatsız edilmemek amacına saplanıp kalmış Avrupa’nın kâbusu dün Faşizmdi, bugün Breivik ve benzerleridir. Bu bunalımı aşmak ve kâbustan çıkmak için Avrupa’nın toplumu değil, kendi değerlerini gözden geçirmesi ve değiştirmesi gerekiyor; nadir ve cılız sesler dışında Avrupa’nın havsalasından bu gerçeği terennüm eden ses çıkmaması ilginçtir.

Breivik, Avrupa’nın en çirkin çocuğu değil; olsa olsa miadını doldurmuş bir medeniyetin tabutuna çakılan çivilerden biri...


Kaynak (Arşiv)