Bozma kalbini ey halkım; kedidir kedi!

Her Ramazan’da, “Orucu bozmayan fakat fena halde faziletini zedeleyen şeyler” listesi hazırlayan ulemânın fetvâlarını okumaktan hiç usanmayan ey güzel halkım, sen ne sevimli, ne saf, ne şeker bir şeysin öyle?

İyiliğinden bahsederken değinmesem olmaz; Üstüme vazife olduğundan da değil velâkin böyle bir gerçek de var yani: Bir sene boyunca farz namazlara yaklaşmayı “ha bugün ha yarın, kılarız inşallah, borcumuz borç, inkâr mı ettik” diye savsaklarken -ne hikmettir- mübarek ay girince iki gün üst üste aynı mescidde teravih kılmayı bile ihlâslı bulmayan bir sofuluk tahtında görüveririz seni. Hele hele kendince bir mâzereti olup da yatsıdan sonra teravih yerine arka saflara geçip vitire cesaret yetirenleri bakışlarınla bir dayak atışın vardır ki, sendeki şu iman saffetine gıbta etmemek elimden gelmez; hayran olurum.

Dün bizim gazetede yayımlanan “Rize’de fıkra gibi erken ezan kazası!” başlıklı haberde yine sen vardın; hemen tanıdım! Olay yeni, fakat klişe bildiğimiz klişe: Genellikle babası hayrına fahrî müezzinliğe soyunan hacıemmilerin iş kazâsıdır: Ara sıra Ramazan’da akşam ezanını beş dakika erken okuyuverirler, Türkiye karışır. Sair günlerde göze görünmeyen takdim-tehirler, orucun zamanı hususunda kılı kırk yaracak derecede fıkhî inceliklere meraklı cemaatımız tarafından neredeyse bir fitne-i azîm, bir günâh-ı kebâir derecesinde abartılarak tartışmalara konu edilir. Sorumlu aranır, sorumsuzlar şiddetle yerilir. Raflardan kallavî fetvalar indirilir. Ramazan cerrine çıkmış fetva eminleri ekranlara seğirtip, “olduydu, olmadıydı... kazâsı gerekir... ne münasebet gerekmez, gerekir üstelik altmış da ilâve etmeli” gibi mütalaalarla ahalinin kafasını karıştırırlar. Her defasında iş karara bağlanmadan bayram telâşesi bastırır, unutur gideriz. Ertesi sene aynı plâk bir daha...

Netekim Rize’nin Ardeşen ilçesine bağlı Hoşdere köyündeki Osman Çavuşoğlu, herhalde oruç keyfiyle on dakika erken okumuş ezanı. Bazıları da erkenden oruç açmışlar; ikaz edilince Osman emmim müthiş bir tespitte bulunmuş. Bayıldım, diyor ki:

-Kazayla bu ülkede neler oluyor. Bu da bir kaza. Yarın da on dakika geç okurum, olur biter!

Pekâlâ makul ve akla yatkın gibi görünen bu esprili çözümün ne türlü homurdanmalara yol açacağını tahmin edersiniz; dini meselelerin latifeye katık edilmesini sevmez ekserimiz. Pek bir ciddiyizdir: Fetvâsını almadan su bile içmeyiz su...

Ne var ki orucu kazâra beş dakika erken bozmanın veya sahurda ezan okunurken iki yudum su içmenin kitaptaki yeri hakkında pek titizlenen halkımız, mesele farzımuhal helâle-harama gelince bazen meseleye geniş, üstelik haylicene geniş bir perspektiften bakmayı, olaya çok yönlü yaklaşmayı hatırlayıverir:

-İyi ama, o para bakalım gerçekte kimin parasıdır; senin-benim midir; cebimizden mi çıkmıştır; mala-davara ziyanlığı var mıdır ve hepsinden mühimi bizim gibi liseyi düzden okumuş, kısa namaz surelerini bile güç-bela ezberlemiş naylon herifler, ne zaman beri helâl-haram mevzularında derin müçtehit kesilivermişlerdir? Bakalım, senin çıplak gözünle gördüğün şey hakikat midir, yoksa vesvese mi? Mesela vergi gibi bir şeyse o haram zannettiğimiz meblağ, alan da babasının hayrına değil de amme menfaati ve Müslümanların hayrı nokta-i nazarından şey’etmiş ise ve netekim pek hayırlı mecrâlara sarfolunacaksa ne gibi bir mahzuru olabilir ki?

Ne mahzuru olacak sevgili halkım; yoktur elbette; yeter ki kalbimiz temiz olsun. Kalp temizliği mühim, öyle mühim ki, ufak-tefek ibadet eksikliğini bile giderir icabında.

E, bizdeki bu yürek, tâ ezelden halis kireç kaymağıyla gıcır gıcır oğulmuş olmakla!..


Kaynak (Arşiv)