Boynumuza asılan gündem

Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever, 24 Ocak Pazartesi günü köşesinde 28 Şubat hakkında bir değerlendirme yaparak Sincan hassasiyeti ile Hizbulvahşet arasında bir mukayesede bulundu.

Fikir ve ifade hürriyeti çerçevesinde hakkıdır ve tabiidir!

Bu yazı, çarşamba günü bir siyasi parti liderinin yaptığı grup konuşmasında isim ve mehaz zikredilmeden kürsüden kısmen iktibas edildi.

Mümkündür tabiidir!

Bu konuşmaya Genelkurmay sert bir mukabelede bulunarak söz konusu partiyi itham etti.

Bu tabii değildir; bu sert açıklamanın ardındaki gerekçeler ne olursa olsun bu üslup demokratik nizam ve teamülleri rencide etmiştir!

Aynı gün geç saatlerde söz konusu parti lideri, Genelkurmay'ı inciten ifadelerin "meşhur bir gazeteci"ye ait olduğunu ileri sürerek partisini savundu.

Bu yanlıştır; siyasi düzlemde söz ağızdan çıkar ve sadece sözün en son sarf edildiği ağızı bağlar. "İktibasta bulundum; asıl mes'ul ben değilim" mantığı son derece zayıftır. Bu söz ya sarf edilmemeli veya sarf edildikten sonra ardında durulmalıydı.

Yanlış yanlışı götürmüyor; bu vahim krizin bütün neticeleri netice itibariyle siyasi iklimimizin güvenilirliğini ve kalitesini düşürüyor.


İnternet dilinden pek anlamıyorum; iki gün önce kendimce bir test yaptım: Altavista arama programına girip önce "Terörizm ve İslam" kelimelerini yazdım. Konuyla ilgili 293.829 web sayfasının bulunduğu sonucunu aldım. Sonra "Terörizm ve Hıristiyanlık" sayfalarının sayısını sordum: 24.977 cevabı verildi. Yılmadım, bu defa "Terörizm ve Yahudilik" sayfalarının sayısını merak ettim; cevap 20.036 idi. "Terörizm ve Siyonizm" ise 13.605 sayfayla internette yerini alıyordu.

Bu bir bilgi; nasıl yorumlanması gerektiği ise ihtilaf konusu. Bana göre rakamlar arasındaki müthiş fark, "İslam"ın terör üreten bir doktriner yapı sergilediği biçiminde yorumlanmamalı. İslam'la terörizm arasındaki bu yoğun ilişki aslında büyük oranda bir "inşa"dan ibaret; bu, Müslüman teröre bulaşmaz demek değil; maalesef bu yola tevessül eden ve kendine "Müslüman" kimliği yakıştıranlar da var; ama "inşa"nın niteliğini anlamak için mesela Körfez Savaşı'ndan sonra Amerikan film endüstrisinin komandoları kahraman ve İslam sembolü taşıyan kişilerin hain terörist rolüne soyundukları kaç film çektiğine bakmalı.

Hatırlamıyor olamazsınız, bizim televizyonlarda bile gün aşırı bu filmlerden birkaçı oynayıp duruyor. Bu "inşa"nın en büyük tüketicisi ise necib Türk medyası!

İlginç değil mi?


Avni Özgürel, Radikal'de "İslamcılar"ı, terörizme karşı aldıkları mesafe itibariyle bir otokritik yapmaya davet etti. Bu davet, bir süredir devam eden "İtiraf et rahatla" kampanyasıyla aynı zamana denk düşmesi bakımından zamansız; ama niteliği ve zarureti itibariyle doğruydu.


Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz'ün şahsi dramını anlıyor ve üzüntüsünü paylaşıyorum; ama yolsuzluğa tevessül eden öz kardeşini bizzat kendi eliyle ihbar edip işlem başlatması tam bir siyasi fazilet örneği olarak siyasi tarihimize geçecektir. Evvela rüşvetçi genel müdürü yakalatması, ardından bu derece zor bir kararı cesaretle uygulaması unutulur gibi değil. Keşke her siyasimiz, yakınları hususunda bu kadar titiz davranabilseydi...

Ellerinize, yüreğinize sağlık Enis Bey; millet bunu unutmaz:

Göğsümüzü kabarttınız!


Bugün atlarınız yürük, keyfiniz ala, arabanız yürüyor; kuvvete perestiş edip hatıra fetva veriyorsunuz; ama tarihi ve tartı gününü unutuyorsunuz.

Eğer hakikati kriter kabul ediyorsanız hakikat, demokrasiyi ölçü tutuyorsanız demokrasi, haksa hak, adaletse adalet, hangi değere kıymet veriyorsanız bugün hayatta olanların hiçbirinin yaşamadığı bir günde, ondan da öte büyük terazinin kurulduğu günde herkesin yazdığı, söylediği, savunduğu ve insafsızca yerdiği her şey, her kayıt ölçülecek, tartılacak ve hüküm verilecek. Bugünler geçecek, yıllar, on yıllar geçecek. Bugün çoğumuza değerli görünen ve hakikat duygusunu zedeleyecek ölçüde tatlı gelen şeylerin gerçek değeri anlaşılacak.

O gün haliniz ne olacak ey medya maydanozları?


Kaynak (Arşiv)