Börek, uçak, Dombra
Arabanın sileceğine iliştirilmiş küçük bir el ilanı. Üzerinde rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in ve Mostar Köprüsü’nün fotoğrafı.
Üzerinde büyük harflerle “Bosna Turu” altına ise şu cümle yazılmış: “Böreğin ve kardeşliğin hasını tanırken Bosna’da Mostar şehri bize biraz sevdalinke mırıldansın. Bilge Kral Aliya’ya rahmet okurken kalplerimiz, tanıdık güvercinler konsun duada karıncalanan avuçlarımıza...”
Uçak ve otel dâhil 4 gün sadece 500 Euro; Başçarşı’da börek ve az ileride Aliya’nın kabrinde Fatiha okumak da gezinin cabası...
Börek neyse de Aliya’nın hâtırasına biraz ayıp olmuyor mu?
Bugünlerde siyasete öyle değerler kurban ediliyor ki börek yanında vızıltı kalır. İstiklâl Marşı ve Türk bayrağının propagandada kullanılmasını fark eden YSK, filmi yasaklayınca, “Biz de onu yasaklarız. Yasağa yasak getiririz. Değişik formüller bulunur.” diye izahat getirilmesi, pişkinliğin evc-i bâlâsı oldu.
Bir “Ya herro ya merro” çaresizliği, “Battı balık yan gider” gözüpekliği bu. Böyle cesaret gösterileri karşısında ekseriyet, “Ama hukuka aykırılık vb.” diye pimpiriklenmez, üstelendiğini görünce “Adamdaki cesarete bak arkadaş, kanun filan da takmıyor ha” diye gizliden takdir bile eder. “Kork korkmazdan” lâfının kaynağı şimdi anlaşılıyor. Otorite karşısında tırsmaktan hayranlık histerisine geçmek an meselesidir. İnanmayanlar, iki savaş arasındaki Orta Avrupa tarihine göz atabilirler.
Derken efendim, işte şu dakika itibarıyla bir Suriye uçağının düşürüldüğü haberi, miting meydanlarına kaynar yağ gibi serpiliyor. Eğer “zamanlama mânidar” diye bir nükte varsa, tam yeri burasıdır…
Köşe yazarı tâbiriyle “yazıyı yıktık”; şu dakika itibarıyla (16 suları) başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Başbakan, hududu 1 km geçen Suriye savaş uçağını düşüren Hava Kuvvetleri’ni tebrik ettiler. Benim bile durduk yere celâdetim arttı!
Hükümet yanlısı yorumcular ise tâ Baltalimanı Antlaşması’ndan başlayarak, mağlubiyetlerle noktalanmış tarihî ezikliğimizi vurgulayıp artık milli gurura dahleden düşmanlara karşı milli gücümüzü vurgulamaktan kaçınmayacağımızı ifade etmekteler. Tam bir ‘ceddin deden neslin baban’ ortamına giriverdik. Bir hislendim, bir duygulandım: Sene 1974, bıyığım yeni terlemiş. Dediler, “Kıbrıs’a asker çıkarıyoruz”, koştuk askerlik dairesinin kapısına...
Anlaşıldı ki önümüzdeki bir hafta içinde seçim atmosferini, “Şöyle vururuz, böyle gözünün yaşına bakmayız; karşınızda eski Türkiye yok! Milli onur ve çıkarlarımızı çiğnetmeyiz” yollu lâflar kaplayacak. Ardından, “Böylesine milli birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu günlerde hükümete dil uzatmak, eleştirmek vatana ihanettir; gün, hükümetin etrafında kenetlenme günüdür” yollu bir hamâset edebiyatı da beklenir!
Başta Suriye olmak üzere diğer komşularımızın, meselâ Yunanistan’ın hangi sıklık ve ölçüde hava sahası ihlâlinde bulunduğunu bilmiyorum, kestirebildiğim kadarıyla Beşşar Esed’in savaş uçakları, dünkü sınır ihlâliyle iktidarın seçim kampanyasına altın değerinde bir ikramda bulunmuş oldu.
Günün son sürprizi, Dombra şarkısı bestekârının Yenikapı mitinginde seçim podyumunda görünmesiydi. Mâlumunuz bu besteci, canlı yayında, şarkısını izinsiz “aparan” bir başka sanatçıya, müzik tarihine geçecek bir ayar çekmesiyle dikkat çekmiş, “Kendisi halk ozanıyım diyor ama saray ozanı olmuş, bu şarkıyı siyasete karıştırması ve Tayyip Bey’e atfetmesi yanlış bir şeydir. Beni hırsız durumuna düşürdü.” diyerek, “Oo böylesi de varmış demek” diyerek coşmuş ve ardından verip veriştirmişti: “Şarkı bütün Türk halkına aittir ama şarkının siyasete karışmasına karşıyım... Tayyip Bey siyasetçidir. Bugün vardır yarın yoktur. Ama Dombra şarkısı halk şarkısıdır.”
Değilmiş meğer. Öğrendik, ibretle dolduk!