"Bön" Türklüğün alemi yok!
Neredeyse bir asır boyunca yetişen her nesle "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." vecizesini ezberlettikten sonra, bütün deprem uzmanlarını töhmet altında bırakırcasına, "Boynunuz fay altında kalsın!" diye ilenmek çelişki gibi görünebilir; ama işin, daha doğrusu "ilm"in tabiatını bilenler için ortada çelişki yoktur. İlim böyledir; dün de öyleydi, bugün de böyle; şüphesiz yarın da öyle olacak!
Bizim batılılaşma maceramızın yegane meşrulaştırıcısı şuydu: "Batı'dan adet ve kültürlerini değil ilmi alalım". İlmi aldık, ona ilaveten başka şeyleri de iktibas ettik; ama Batı medeniyetinden ümmid ettiğimiz feyiz bir türlü hasıl olmadı: Yanlışlık ilme bakışımızdaydı. XIX. yüzyılın Osmanlı pre-pozitivistleri, bu yanlışı Türkiye'ye ta'mim eden belki de en masum zümredir. "Fenni" devlet mekteplerinde el altından aşık oldukları şey, en geniş manasıyla "ilim ve fenn" değil, materyalizmden pozitivizme kadar uzanan cıvık zeminli bir ıskalada gezinip duran ucuz metalar idi. Rıza Nur, Büchner'in "Madde ve Kuvvet" isimli maddeci eserinin o nesil gençliğini nasıl büyülediğini anlatır hatıratında. Kaba materyalizm, başta din olmak üzere bütün manevi doktrinlerden nefretiyle bizimkilerin dikkatini çekmiş ve ucuzluğuyla onları büyülemişti. Jön Türkler'den mühimce bir kısmı, materyalizmi, modern ilmin vardığı son ve ekmel nokta olduğunu zannetmişlerdi. Bu devirde ilimden anlaşılan mana, onun "din"e alternatif olduğu idi. Vaktiyle ilim geri olduğu ve bütün orta çağları hurafeler idare ettiği için mütemadiyen daima daha iyiye ve mükemmele doğru "ilerleyen" ilim, vaktiyle dinin ehliyetsizlikle işgal ettiği sahadaki hurafeleri temizlemeye başlamış, hatta hak ile yeksan, etmişti. İlim ilerledikçe din gerileyecek ve yakın bir gelecekte, insanlığın yeni dini sadece "ilim" olacaktı.
İyi de "kelin ilacı olsa" önce kendi başına sürmez miydi?
XIX. yüzyıla ait bu çocukça inançların XX. yüzyılın son günlerini yaşayan ülkemizde hala, -tortu halinde olsa bile- zihinlerde yer tutması evvela gülünecek ve sonra acınacak bir haldir. İlim, ilmi usullere tevessül etmek kaydıyla insanlığın geliştirebildiği en kullanışlı bilgi edinme cihazıdır; ama ona tek başına mükemmellik atfetmek çocukluktur; bugünün müsbet ilmi, izah edebildiği alanlarda karşısına çıkan yeni ve kompleks bilinmeyenlere nispetle, mesela XIX. yüzyıla göre daha büyük problemleri göğüslemek zorundadır. Bilgi arttıkça bilinmeyen de artmakta, hatta "elde bir" kabilinden fetholunduğu varsayılan eski mütearifelerin dahi yeniden gözden geçirilmesi zarureti ortaya çıkmaktadır ve "kelin ilacı" benzetmesi bu bakımdan doğrudur.
Eğer ilme XIX. yüzyılda Büchner okuyan Jön Türkler (yoksa "Bön" mü demeliydik?) gibi yaklaşırsak, şu deprem uzmanlarının birbirini tutmayan ilmi fetvaları tam bir rezalet olarak görünecektir. Şikayetçi olduğumuz deprem bilgisi kaosu, bugünün hatasından kaynaklanmıyor. Hata bizim ilme bakışımızdadır ve bu bakış açısı neredeyse bir asırdan beri devlet okullarında ta'lim ve tedris edilmektedir: "Hayatta en hakiki mürşit ilim" ise, bu mürşit bize deprem kaosunu "ilmi kehanetler"le izah etmeli değil miydi? Gariban hocalarımız eminim ki büyük bir gayret ve samimiyetle bugünün yer bilimleri paradigması çerçevesinde edinebildikleri bilgiyi yorumluyor ve dillerinin döndüğünce halka izah etmeye çalışıyorlar. Bu görüşler arasında tenakuz bulunması ilmin tabiatına uygundur; zira arz kabuğunun hareketlerinin öteki ucu, önceden kestirilmesine ve bütün boyutlarıyla tanınabilmesine asla imkan olmayan bir bilinemezlikle kapatılmıştır; bu bilinemezlik, ince yer kabuğunun erimiş metal ve elementlerden müteşekkil bir akkor denizinin üstünde bulunmasından doğuyor. Hiç şüphe edilmemelidir ki bundan on sene sonra yer kabuğunun tabiatı hakkında bugünden daha çok bilgi sahibi olacağız; ama bu bilgi artışı, kesinlikle depremlerin önceden kestirilmesi veya önlenmesi anlamına gelmeyecektir.
Bu arada, "Bize daha çok imkan verilirse depremleri önceden kestirebiliriz." vaadi savuranları da tebessümle seyretmeliyiz: Simyanın kimyaya faydası dokunmuştur; tıpkı rüya tabircilerinin psikanalize, destan yazarlarının tarihe farkında olmadan hizmet ettikleri gibi... İlim adamları da her sektörde olduğu gibi kriz anlarında "bütçe artırıcı" tekliflerde bulunmaya bayılırlar. Ne var ki çok parayla daha iyi ilim yapılabileceği de ilmi bir hüküm değil, olsa olsa ilmi bir paradigmadan ibarettir.