Bombalar Gündemi Vurdu

Belli ki -kimliğini bir türlü tespit edemediğimiz ama varlığını bal gibi bildiğimiz- bir takım çevreler, Türkiye"yi hakiki gündeminden uzaklaştırmanın, Türkiye"yi en ucuz ve zahmetsiz tarzda istikrarsızlığa uğratma usûlü olduğunu biliyorlar.

İstanbul"da patlayan bombalar bir mânâda muradına erdi sayılır; ölen mâsum insanların büyük çoğunluğu Türk ve Müslüman olsa da patlamaların yarattığı tedhiş duygusunu üzerimizden atmak zor olmadı ama terörün zihinlerde meydana getirdiği tedhiş ve karmaşa gitgide yükseliyor.

Daha şimdiden anlam kirliliği husûle getiren ilmî derinlik ve vuzuhtan mahrum açıklamalar, hiç şüphe edilmemelidir ki önümüzdeki günlerde de sürecek ve Türkiye yeniden gergin bir ortama sürüklenecektir.

"Terör muradına erdi" cümlesinden kastım bu.

İlmi ıskalayanın tercihi zulumdür

Artık YÖK Başkanlığı görevi sona ermiş olan Kemal Gürüz, "Radikal İslâm"la İslâm aynı şeydir" meâlinde bir açıklama yaparak, "giderayak" çorbaya tuzunu katmayı ihmâl etmedi. Aynı cümleyi meselâ "Musevilikle radikal Musevilik aynı şeydir" veya "Radikal Hıristiyanlıkla Hıristiyanlık birdir" hâliyle de tekrarlar mıydı sualini kendi tahminim adına cevapsız bırakmayı tercih ederim. Türkiye"de ilmî feraset, temkin ve vuzuhun diliyle konuşması gereken ilk kişinin böyle spekülatif ve vicdan örseleyici bir lâf edebilmesi kendi başına mânidardır ve bu cümleden hareketle Türkiye"de devletin ilmi faaliyeti hangi gözle değerlendirdiğini yorumlayabiliriz.

Defalarca tekrarlanmış olmasına rağmen bir kere daha altını çizmek gerekiyor: Türkiye"de kamu nizamı Cumhuriyet"le birlikte yeniden tanzim edilirken Pozitivist bir felsefeden yola çıkıldı. Cumhuriyeti kuran irâdenin Pozitivizm"den muradı, "Hayatta en hakiki mürşid ilimdir, fendir" sözüyle süblime olmuştur. Bu cümlede "mürşid" kelimesi tesadüfen seçilmiş değildir; Türkçe"de tasarruf edilen hâliyle "irşâd eden, yol gösteren, kemâle erdiren" mânâlarıyla bu kavram, daha ziyade dini muhtevaya atıfta bulunur. Böylece din kamu hayatından çıkarılmakta, anayasalar, kanunlar yapılırken, kamu işleri tanzim edilirken dinden ilham ve direktif alınmayacağı, bunun yerine daha ziyade "müsbet ilim" kavramıyla karşılanan yeni, tarafsız, kesin ve doğru bir araç kullanılacağı vaadedilmiş olmaktadır. Müsbet ilim kavramı, XIX. yüzyıl Pozitivistlerinin başını döndüren, onlara kainatın sırlarını keşfettikleri kanaatini telkin eden ve nihai tahlilde "din"in insan ve toplum hayatında kapladığı bütün yerleri tek başına doldurma inancını aşılayan bir mânâ ifade ediyordu. Pozitivistler, bilimin eşiklerinde durakladığı sorulara cevap veren "din"in aslında henüz doğru dürüst analiz edilmemiş bir bilgi açığı olduğunu sanıyorlardı. Kutsanan bilgi, dinin cevap verdiği ama insanların sınamasına ve eleştirisine kapalı cevapları deşifre edebilecek bir yeterliğe sahipti; ve insan aklının, bilgiyi yepyeni bir tarzda kullanarak bilinmeyen ve teorik planda bilinmesi mümkün olmayan her nevi bilgi açığını kapatabileceği farz edilmişti. Öyleyse din, henüz ilmin tahkikine açılmamış bir bilinmeyenler yumağıydı ve bilgi arttıkça dinin yeri gittikçe daralacak, günün birinde tamamen ortadan kalkacaktı (Bu konuda, M. Şükrü Hanioğlu"nun, 21 Kasım 2003 tarihli Zaman Gazetesi"nin yorum sayfasında yayınlanan "Bilim Dini Olarak Vülgermateryalizm" konulu makalesine önemle dikkat çekmek isterim).

Pozitivizm -henüz Türkiye"de değilse bile-, doğduğu coğrafyada bugün nostaljik ve fersûde bir ideolojidir; Türkiye"de ise aydınlar arasında olmasa bile devlet katında ve özellikle resmi ideoloji düzleminde hâlâ dimdik ayakta duruyor. Ama geçen yüzyıldaki naif hâliyle bile olsun, müsbet bilimi kutsallaştıran yorumuyla Türk devlet elitlerinin bilimle mesafesini irdelemek hayli şaşırtıcı sonuçlar veriyor; görünen en bâriz ve mânidar netice, Pozitivizm"in devlet seçkinlerinin dilinde sadece lâfzıyla mevcut olduğu, buna mukabil mühim kamu işlerinde bilimden faydalanmak yerine politik ve ideolojik ön kabullere iltifat edildiği gerçeğidir: Kemal Gürüz"ün, "Radikal İslâm"la İslâm aynı şeydir" diyebilmesi örneğinde görüldüğü gibi.

Bu cümlenin doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde münakaşa edecek değilim; bu, nasıl olsa başkaları tarafından gereğinden de fazla tartışılacaktır. Asıl mahzurlu gördüğüm husus, bidâyetinde zaten çarpık temeller üzerine oturtulan din-devlet mesafesinin, bu defa çok daha geniş çaplı bir toplumsal enerji israfına sebep olacak derecede yeniden bozulmasıdır.

Tartışılmışı bir daha tartışmak

Terör hadiselerinin hemen akabinde aklı başında görüş ve fikir sahipleri, patlamaların nihai emelini anlamak için vaktin henüz erken olduğunu, alınması gereken asıl mesajın hadiseyle ilgili müteakip demeçlerde gizli olabileceğini belirtmişlerdi; bugün bu öngörünün isabetine şahit oluyoruz. Türkiye günlerden beri, "İslâmi terör olur mu; İslâm teröre müsaade eder mi?" gibi çoktan cevap bulmuş olması gereken münakaşaları harlandırmakta. Detayları ihmâl etmeksizin bir kuşbakışı yaparsak görürüz ki tartışılmakta olan şey, aslında bir olarak İslâm"ın toplum ve devlet nazarındaki meşruiyetidir. Mel"un terör saldırısında şimdilik taşeron olarak rol üstlendiği anlaşılan kişilerin adı bilinen veya henüz ilk defa duyulan "İslâmcı" örgütlerden birine veya birkaçına mensup olması, Türkiye"de hayli sathi tartışmalara sahne olacaktır ve bu tartışmalar daha şimdiden başlamış bulunuyor. Bu tartışmalardan netice çıkmasını beklemiyorum zira böyle bir tartışmaya başlamak bile başlı başına enerji kaybı ve geriye dönüş anlamı teşkil ediyor.

Terör, pahalılık, yolsuzluk veya siyasi istikrarsızlık yanında bizim sürekli ve bünyevi bir meselemiz daha var ki görmezden gelinemiyor: Türkiye"de siyaset büyük aşırlıkla laikçi ve laikçi olmayan taraflar arasında yapılıyor ve bu hareketlilikten çıkan netice "havanda su dövmek"ten başka hâsıla vermiyor. Laikliğin, Cumhuriyet"in 80. yılında bile hâlâ tartışma meselesi yapılması hem tamamımızı ilgilendiren bir zihni gerileme alâmeti, hem de gereksiz enerji kaybıdır. Aksiyon"un önceki sayısında Andrew Finkel"in dediği gibi Türkiye, daha mühim ve bünyevi meseleleri dururken ideolojik pürüzleri tartışmakla lüks tüketimde bulunuyor. Başörtüsü, imam-hatip okulları, kamu alanları, 28 Şubat konularında sürdürülen tartışma henüz küllenmiş değildir. Bombalı saldırılar, bu gibi beylik konuları yeniden gündeme taşıyacaktır ama ayrıntıları ihmâl etmeksizin esas mesele üzerinde enerji yoğunlaştırmamızı gerektiren bir basiret ittifakından henüz fersahlarca uzağız.

Elveda gerçek gündem

Türkiye"de din-devlet ilişkileri, toplumsal sancılar üzerine inşa ve tanzim edildi; bu ilişkilerde nisbi bir sükûnet ve istikrar dönemi yaşandığında gündemin yeniden din-devlet ilişkilerine çekilmesine artık tesadüf nazarıyla bakamayız. Belli ki -kimliğini bir türlü tespit edemediğimiz ama varlığını bal gibi bildiğimiz- birtakım çevreler, Türkiye"yi hakiki gündeminden uzaklaştırmanın, onu en ucuz ve zahmetsiz tarzda istikrarsızlığa uğratma usûlü olduğunu biliyorlar; bizler de tartışmaya doymayan, âdeta tartışmış olmak için tartışan asabi yapımızla bu oyunun parçası haline gelmekte tereddüt göstermiyoruz.

Lütfen biraz daha basiret, temkin ve soğukkanlılıkla hareket edelim ricasında bulunsak kim okur, kim dinler?


Kaynak (Arşiv)