'Bizim Kürtler' ne düşünüyor?
Bugünlerde Batı, yeniden "tek dişi kalmış canavar" sûretiyle gündemimize yine tecavüz etti. AB'de görevli bir komisyon başkanının Türk Kürtlerini "millî azınlık" diye niteleyen mektubu, diplomatik reflekslerimizi meflüç hale getirdi.
Avrupa ile ilişkilerimizde yeniden sancılı periyoda girdik; bu marazî ilişkinin kesin tedâvisi yok. Mezara kadar götürülmesi gereken hastalıklar vardır, bu da öyle. Bürokrasimizin kalantor takımı (ki buna "seçilmiş bürokratlar" da dahildir), sanki yeni ve beklenmedik bir ihanetle karşılaşmış gibi, "rezalet, skandal, affedilmez hata.." cinsinden yorumlar yaparken samimi değiller. Esasen başta bürokrasimiz olmak üzere intelijansiyamız Batı karşısında birkaç asırdır "topal ördek" hâletinden kurtulamıyor: "Batı" dediğimiz kavramlar dizisini, bir medeniyet faktörü olarak tahlil edip zihnî düzenimizde mâkul bir yere yerleştirememiş olmanın şaşkınlığı içindeyiz; bu şaşkınlığın zihnî tahlili şu neticeyi veriyor: Bizim "hikmet-i hükûmet"imizde felsefî birikim ve cehd yok. Abdullah Cevdet'den beri Batı'ya meclûbuz. Aslında Batı'yla ilişkimiz yok bizim; çünkü bu tabir, en azından iki taraflı rızâya dayanan bir münasebetin varlığını gerektiriyor. Öyle değil, Batı ile ilişkilerimiz, onların irâdesine bağlı; bu durum -hafif gibi görünse de- en ağır ifâdesiyle "siyâsetsizlik"tir.
An'anevî Türk irfânı, Batı düşmanlığına tenezzül etmez; karşılıksız dostlukları ve ivazsız muhabbetleri de hafiflik olarak niteler; dolayısıyla fırsattan bilistifade, "Batılılar bizi zaten sevmiyor." korosunun âciz sızlanmalarına iştirak etmek bizim için züldür. Bugünlerde ortaya çıkması muhtemel "Yeni bir dünya kurulur; Türkiye de bu dünyada yerini alır." efelenmelerini de vekarla reddetmeliyiz. Kipling'in dediği gibi "Doğu Doğu'dur, Batı da Batı..." İki asırdır Batı'yla açık poker oynamanın ceremesini çekiyoruz; bizim kâğıtlarımız daima açık; onların elini görmek bir yana, tahmin edecek "hikmet-i hükümet"i bile gösteremiyoruz. Bırakınız felsefesiz siyâseti, siyâset fikrinden bile mahrum bir "siyâsetsizlik siyâseti" ne mahkûmiyetimizin neticesidir bu manzara.
Meselenin, hiç dikkate alınmayan veya telaffuz edilmeyen bir başka ciheti daha var: Batı için "Şark Meselesi"nin Lozan anlaşmasıyla sona erdiğini düşünenler yanıldılar; Şark Meselesi devam ediyor ve son yirmi yıldır Şark Meselesi'nin Batılı siyâset adamları nezdindeki en işlek mihrakı Türkiye'nin Kürtleri oldu. Meselâ, AB, ne zaman Kürtlerin devlet tarafından tâciz edildiğini ileri sürerek Türkiye'yi kınamaya kalkışsa "bizim Kürtler" cenahında derin bir sessizlik ve sanki gizli bir memnuniyet tavrı hissediliyor. Bu tespitimde yanılmış olmayı kuvvetle temenni ederim; fakat bu sessizliğe sarılmış o gizli memnuniyet tavrı gitgide bana o kadar anlamlı görünmeye başladı ki neticede ortaya "Devlet ile Kürtler" birbiriyle asla imtizâc edemezmiş gibi sert ve köşeli bir tablo çıkıyor. Bilmem yanılıyor muyum; bizim Kürtler, "bu devletin Kürtlere karşı negatif yaklaşımını ancak Batılılar ıslah eder" gibi bir beklenti içindeler. Bu mânidar sessizliğin anlamı bu olsa gerek!
Diyelim ki "Ağzımızla kuş tutsak Batılılar bizi sevmiyor." diye sızlanan o mahût koro haklı; böyle bir varsayımdan, Batılıların Kürtleri karşılıksız bir muhabbetle sevdiği ve her hâl ü kârda desteklediği anlamı çıkarılabilir mi? Belki de Batılıların Kürtlerle ilgili olarak devlete yolladıkları her ikaz, "Bizim Kürtler"in zihninde "Bu adamlar bizi seviyor." şeklinde bir mânâ kemikleşmesine yol açıyor olabilir. Bizim Kürtlerin radikal kanadının ne düşündüğünü üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyoruz; ama bizim Kürtler, tamamen radikallerden mi ibaret? Abdullah Cevdet, Gökalp ve Sait Nursi de dahil olmak üzere bütün Türk entelijansiyası nezdinde "Batı meselesi", beşerî varlığımızın bütün unsurlarını ilgilendiren zihnî, kültürel ve iktisâdî bir tehdid olarak algılanmıştı. Şimdi bu "ortak cephe" kavrayışının çözülmeye başladığı doğru mu ve eğer bu tahmin doğru ise bizim Kürtler, bugünlerde karşılıksız gibi görünen şaşırtıcı "Kürt muhabbeti"nin siyâsî ve zihnî faturasını göğüslemeye hazırlar mıdır?
Doğru veya yanlış, benim tahlilim şudur: Bizim Kürtler için zihnî planda bir "Batı Meselesi" mevcut değil gibi görünüyor; galiba bizim Kürtler, en azından orta vâdede bu karşılıksız Kürt muhabbetinin "siyâsî bir çözüm"ü kolaylaştıracağını tahmin ediyor olmalılar; günün birinde bunun ne kadar iyimser bir beklenti olduğunun fark edilmemesini dilerim. Tarihî tedebbür etmek, Türkiye'nin destablizasyonu için suiistimal edilmek haricinde Batılılar nazarında Türklerle Kürtlerin tefrik edilmeyeceğini işaretliyor.
Suallerimin cevabına katkıda bulunmak isteyen "Bizim Kürtler"in görüşlerini bu sütunlardan aksettirmeye daima hazırım.