Bizi ayıran nehir

Toplumsal bir zemini olmayan sağ-sol ayrımı yaşadık yıllarca; bugün sağ-sol ayrılığından çok hayat tarzları üzerinden işleyen bir toplumsal zıtlık noktasına varışımız çok da mânâlı değildir. Bu topraklarda dün de farklı hayat tarzları, farklı siyasi düşünceler vardı ve şüphesiz hep olacaktır. Siyasi düzlemde bizi ayıran şeylerin içine, ne idüğüne dikkatle bakmalıyız. Zeminde büyük bir ittifak var; temel değerler, birlikte yaşamanın gereklerine dair bir mutabakat içindeyiz ve bu değerlerin kadr-u kıymetini fark etmeliyiz. Problem, zemindeki uzlaşmanın siyaset ve basın dünyasında başkalaşıma uğrayarak derin ihtilâflar gibi gösterilmesinden doğuyor.

Siyasetin içine bakalım: Demokratik hak ve değerler bütün partiler tarafından hüsn-ü kabul görüyor, bu noktada ihtilâf yok. Türk siyasetinin gördüğü en sert tavırlı, en sivri dilli parti durumundaki BDP bile genel seçimlerde başarılı olmak için var gücüyle çalışıyor. Oy pusulalarında emekli generallerin kurduğu partiler de yer alıyor. Balyoz davasının önde gelen sanıklarından Çetin Doğan, meclise bağımsız aday olarak girmek için harekete geçti; kezâ Ergenekon sanıkları, mecliste kendilerini ifade etmek için aday oldular; bu yaklaşımlar güzel ve doğru örneklerdir. Dağda silahlı adam gezdirerek veya düzde devletin silahlı güçlerini suiistimal ederek iktidarı ele geçirmenin yerine sandığın ve meclisin tercih edilmesinin değerini takdir etmeliyiz. Meclisi açık tuttuğumuz, hür düşünme ve tartışma terbiyesine saygı gösterdiğimiz sürece gelecek için ümitvar olabiliriz.

Basın dünyamızın iyi imtihan verdiğini söylemek o kadar kolay değil ama; neticede bütün siyasi figür ve eylemler, basının prizmasından yansıdığı şekliyle kamuoyunun bilgisi altına giriyor. Mesele, basının taraf tutması değildir, bilakis basının siyasi konularda taraf olmaması büyük sıkıntılar doğururdu ve bunun nasıl bir şey olduğunu, Tek parti döneminden, darbe yıllarından gayet iyi hatırlayabiliyoruz. Bilgilendirmek yerine kışkırtmak, olup biteni gereğinden eksik veya fazla ama yönlendirilmiş hâliyle aksettirmek, basit fikir ayrılıklarının derin kan davaları şeklinde algılanmasına yol açıyor; bunu kısaca, “Türkiye’nin birden fazla temel meselesi vardır ama bunlara ilaveten bir de basın üslûbu meselemiz vardır” diye özetleyebiliriz.

Basınımız tâ başından beri yapıcı, tutarlı, prensipli ve yüksek değerlerden yana bir üslupta yayın yapmış olsaydı, pek çok ciddi meselenin daha az enerji, masraf, üzüntü ve emekle çözülebileceğini kolayca görebilirdik. Demokratik kültür ve geleneklerin köklenmesi için büyük bir değer taşıyan basınımızın, tıpkı işsizlik, altyapı, üretim kıtlığı ve kalitesizliği veya eğitim gibi temel sıkıntı kaynaklarından birini teşkil etmesi bize büyük kayıplar verdirdi.

Tıpkı, “Bütün dertlerin kaynağı basını yönetenlerdir” demenin haksızlık olacağı gibi “dünyanın hiçbir yerinde basın, hitab ettiği kitleden daha ilerde olamaz” diye düşünürsek haksızlık ederiz ama bu insaflı tesbit, problem teşhisini gölgelememeli: Siyaset ve basın dünyamız, bizi ayıran nehir üstüne köprüler kuracağına mevcut köprüleri tahrip etmemelidir.

Bizim diğer toplumlardan farkımız yok; ne övünülecek kadar zeki ve asil, ne kahredici derecede vasıfsız ve tembel bir toplumuz biz; bugün bize aşılmaz dağlar, derin uçurumlar gibi görünen meselelerimizi sâkin düşünüp sabırla hareket edersek rahatlıkla çözebiliriz. Türkiye’nin aşamayacağı, çözemeyeceği derdi yoktur. Problemlerimizi algılarken, devâsâ bir ümitsizlik dağı inşâ edip bizi ezmesine izin veriyoruz; bunu yapmamalıyız, yapmayabiliriz.

Elbette birbirimizden farklıyız; farklı siyasi içtihatlarımız, hayat tarzlarımız, zevklerimiz, eğilimlerimiz ve tabiatlarımız var fakat bir arada yaşama arzumuz ve tecrübemiz, bize yekdiğerimizin farklılığını kabullenme terbiyesini de kazandırdı.

Bizi ayıran şeyler, birleştirenlerden daha fazla; fark edelim ve kadrini bilelim.


Kaynak (Arşiv)