Bize mahsus bir "Duruş" sahibi olmak

"Nedense her şehirde bir ulucami var" diyordu adam; televizyonda bir belgesel seyrediyorum. Spikerin bu cümlesine takıldım kaldım. Her şehirde niçin bir ulu cami bulunduğu ve ulu cami'nin hangi anlama geldiğini bilmiyordu.

"Bilmemeye hakkı olabilir mi?" diye düşündüm? Bu soruya namuslu cevap vermek için, "genel kültür insana nerede ve ne kadar lazımdır" sualini irdelemek gerekir ve ulu cami'nin ne demek olduğunu bilmek için kişinin dindar olması da gerekmez; din kültürü, genel kültürün mühim bir kısmıdır çünkü.

Bilgimi tazelemek için Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı İslâm Ansiklopedisi'nin "Mescid" maddesine yeniden baktım. Yeri gelmişken kaydedelim ki Profesör Semavi Eyice imzasını taşıyan bu makale muhteşemdir ve 8 punto ile dizilmek kaydıyla tam 118 sayfa tutmaktadır. Ulu cami kavramı, Cuma namazının farz kılınması üzerine, bütün Müslüman topluluğunun namaz kılmak ve hutbe dinlemek üzere bir araya geldiği mesciddir ve bu yüzden merkezi yerde ve alan itibariyle hayli büyük olması gerekir. Bu sebepledir ki Müslümanlar tarih boyunca bu gibi mekanlara "Mescid'ül Azam, Mescid'ül Kebir, Mescid'ül Cuma hatta Cuma namazının hutbe özelliğini hatırlatması için Mescid'ül Hutbe gibi isimler vermişlerdi. Türk—İslâm kültüründe bu kavram "Cami—i Kebir" veya "Ulu Cami" şeklinde kullanılmıştır (Özleştirme cereyanı esnasında Sivas'ın Cami—i Kebir Mahallesi'nin ismini kimbilir hangi aklıevvel İlbay veya Orunbay —Vali veya belediye reisi—, "Ulu Anak" şeklinde arılaştırmışlardı. Bu isim, telaffuz güçlüğünden ötürü yuvarlanıp "Ulanak" şekline girmiş ve resmileşmiştir; kimse de hangi anlama geldiğini bilmez!).

Her şehirde bir Ulu Cami bulunmasının esbâbı budur ve ecdâdın isim bulmakta sıkıntı çektiğine hamledilemez.

Kadim bir mescidi "Gıcır gıcır" boyamak

İşte bu yüzdendir ki Türk—İslam kültürünün bir başka ince ayrıntısı dahi, her seyyahın gittiği beldede mümkün ise, o beldenin Ulu Camii'nde bir vakit namazı, o dahi mümkün değilse iki rekat Tahiyyat'ül Mescid edâ edilmesini hatırlatır; geçenlerde bir vesile ile Maraş'a vâsıl olunca, tatlı bir çarşı turunun ardından tarihi Maraş Ulu Camii'ni ziyarete kıyam ettik. Camiin Sultan Kansu Gavri zamanında Ala'üd—devle tarafından konulan kitabesi 907 tarihini taşıyormuş. Bu hesaba göre Anadolu'nun Türkleşmesinden çok önce inşa edilmiş ilk İslâm mescidlerinden biri denilse yeridir.

Dikkatimi çeken ilk şey, yanda çok kötü çekilmiş bir fotoğrafını (çünkü bu satırların yazarı tarafından çekilmiştir) gördüğünüz duvar panosu oldu. Yanına kadar gidip inceledim; yeni idi. Esasen camiin bütün tezyinatı çok yakın zamanlarda elden geçirilmiş, "himmetleri eksik olasıca" bazı hayır severler tarafından "gıcır gıcır" yeniden boyanmıştı. Mesela resme dikkatle bakarsanız, panonun iki tarafında tavanı tutan büyük kemer taşlarının nasıl "boyandığını" görebilirsiniz. Keza panoyu çevreleyen çerçeve tezyinatı da bu fikri kuvvetlendirebilir. Herşey alelâde, naiflikten de ötede bir aceminin zevkini aksettiriyor: Sanki Maraş Ulu Camii değil de, gecekondu semtlerinde birkaç yıl evvel inşa olunmuş altı pasaj, üstü mescid bir mekândayız. Bu "hat" değil, düpedüz hadnâşinaslık!

Ah bu cami horozları!

Cami, ilk inşâ edildiğinde (daha sonraları defalarca büyük onarım ve tadilattan geçmiş olması muhtemeldir çünkü) mihrap duvarında bu pano var mıydı bilinmez ama bu kadar berbat bir hat ile tasarlanmadığı muhakkaktır; Yakın zamanlarda bu panonun yerinde ne olduğunu da bilmem; fakat bundan daha kötüsü herhalde tasavvur edilemezdi. Muhtemelen hayırsever bir amatörün eseri; muhtemelen "Maraş Ulu Camii'ndeki duvar panosunu ben yaptım" diye övünüyor olmalıdır; muhtemelen yaptığı işten ötürü para bile almamış, "hayrım olsun" demiştir ama bilenler bilir: Bizim mescidlerimizde bu tip "hayır"lar sittin sene yerinde kalır ve kimseler ilişemez. Bu yüzden tarihi mescidlerimizin çoğu, hepsi de birbirinden çirkin, değersiz ve sevimsiz bir yığın hat levhası ile, rüküş avizelerle, zevk düşkünü duvar ve kubbe tezyinatı ile insanı içine çeken değil, dışına doğru iten bir manzaraya bürünmüş bulunuyor.

Yeniden yandaki fotoğrafa dönmek istiyorum; hat sanatı ile bizzat hat sanatkârı (hattat) olarak değil ama en azından hatt'a karşı göz aşinalığı olan biri bile farkedecektir ki panodaki hattın kalitesi, maalesef bu işe yeni başlamış bir amatörün veya heveskârın dahi seviyesinin altındadır. O halde şu mesele üzerinde dikkatimizi yoğunlaştırmak zorundayız; nasıl oluyor da Anadolu'nun en kadim İslâm mâbedlerinden birinin duvarında bu kabil çirkinlikler kendine yer bulabiliyor?

Bizim mescidlerimizin "horoz"u çoktur; başta İmam efendi olmak üzere mescidin bütün müdavimleri, camiin en ince ayrıntıları ile ilgilenir, görüş beyan eder, fikir yürütür ve hatta bu uğurda canla başla gayret gösterirler. Öyle ise eksik olan ilgisizlik veya nemelazımcılık değil. Pekâlâ, para yetmediği için böyle bir rezalete tahammül edilmiş olmak ihtimali var mıdır? Yine bilenler bilir ki, bu sorunun cevabı "asla"dan ibarettir. Tam aksine bizim camilerimiz, cami yaptırma heyetinin önayak olduğu yardımlaşma kampanyası ile hayırsevenlerin parasını —büyük çoğunlukla— çarçur etmek konusunda zaptolunmaz bir gayret içindedirler. Meselâ camiin pek şirin ve tarihi bir taş minaresi vardır: İki aklıevvel kafa kafaya verip güzelim minareyi yıktırır, yerine kesek gibi dayanıksız bir taştan ve benzeri Anadolu'da daha şimdiden yüzleri bulmuş zevksiz, basmakalıp ama gayet yüksek ve hatta icab ederse çift şerefeli, üç şerefeli ve hatta çifte minareler diktirirler. İşe başlarken para olmayabilir ama mücahede sanki din—i mübîn uğrunadır. Pek çok mescidimizin tuvaletlerini pislik götürür, musluklar bozuktur, ayakkabı konulacak yerler leş gibi kokar ve mescidin içinde kirden secde edecek avuç içi kadar temiz yer bulamazsınız ama o çirkin ve fuzuli tezyinata milyarlar harcamakta kat'iyyen fütur gösterilmez; lambriler tazelenir, birbirinden kötü ve zevksiz avizelere avuç dolu para dökülür fakat mescidin etrafını yeşillendirmek, bir çiçek bahçesi, bir dinlenme parkı, bir huzur iklimi haline getirmek nedense akla en son gelen ihtimaldir.

İhya mı imha mı?

Kahraman Maraş, daha dün iki kavak gölgesinden ibaret iken siyasi numaralarla vilayet oluvermiş, nevzuhur bir şehir değil; tam aksine Emevi Akıncılarının daha sekizinci ve dokuzuncu asırlardan beridir uğrak yeri ettiği kadim bir belde. Böyle bir kadim beldenin en büyük (değil tabii, şimdi yüksekçe bir yere daha irisi yapılıyor; "camiye yardım" sloganı sağolsun!), en kadim ve en şerefli camisi, Ulu Cami, niçin bu kadar estetik bakış akış açısından, İslâm kültür ve sanat birikiminden nasıl ırak kalabilir? Maraş Ulu Camii, eline bir teneke yağlıboya ve bir fırça geçirenin selamsız sabahsız içeri girip, çirkin ve zevksiz "katkı"larda bulunabileceği sahipsiz bir yâdigâr mıdır? Bütün memleketin ilmine irfanına güzel eserler vererek hizmeti geçen Maraşlı münevverlerin nasıl olur da bu gibi meselelerde sözü geçmez?

Meseleyi abartıyor muyum?

Netice itibariyle nedir, bir camiin iç tezyinatında yapılmaması gereken estetik zaaflar icra edilmiştir fakat bu zaaf maalesef geniş temsil niteliği bulunan bir örnek teşkil ediyor. Eski yazı, resmi hayattan çekildi fakat dinî hayatta varlığını devam ettiriyor; bu ülkede çok iyi hattatlar da eksik değil; çok şükür ki hat hususunda göz terbiyesine medâr olacak —kopye de olsa— çok sayıda örnekle her gün yüzyüze, gözgözeyiz. Ne var ki, en azından cami cemaati arasında İslâm estetiği hassasiyetinin neredeyse körelmekte olduğunu acıyla itiraf etmek gerekiyor. Ben bu zaafı doğrudan, kendi medeniyetimizi, medeniyet kurucu unsurları ve medeni hayatı yeniden üretememek ve ona dışardan, bir yabancı gözüyle bakmak cinsinden nitelendiriyorum. Eskiyi taklitte başarı gösteremedik, yeni kompozisyonlar ve formlar ibdâ etmekte muvaffak olamadık. Camiden çıkarak şehre yöneldiğimizde ızdırapla farkediyoruz ki, çağın meydan okumaları karşısında bize has bir "duruş" sahibi değiliz. Büyük bir sarsıntı geçiriyoruz; iktisat felsefesinden mimarlığa, musikiden tezyini sanatlara, mobilyadan şehirciliğe, fikir hayatından siyasete kadar hemen her sahada kendimiz gibi olmakta zorlanıyoruz.

Bir "duruş" sahibi olamayışımız, durmaksızın hareket halinde oluşumuzdan mıdır?

e—mail: [email protected]


Kaynak (Arşiv)