"Biz" yok; "ben" varım!

Ferdiyet ve şahsiyetin inşası ve idraki ile "individualizm" arasında hiçbir alaka yok; ne var ki individualizme Türkçede bireycilik veya ferdiyetçilik denilmesi yaygın kabul gördüğü için ferdiyetçilik neredeyse lanetli bir kavram haline gelmiş bulunuyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarında milli ve içtimai hedefler uğruna propaganda edilen diğerkamlık (altruizm), giderek İslam kültürünün cemaatçi tarafıyla iç içe geçince birinci tekil şahıs sigası kullanmak neredeyse küstahlık addedilmeye başlamıştı: "Hak yok vazife var"la başlayan, "Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım"la devam eden ve "Sen ben yok, biz varız"a kadar ulaşan ferdiyetçiliği sindirme cereyanı, neticede demokratik kültürün gelişmesini engelleyen vahim bir davranış kalıbına dönüştü.

Demokratik kültür, evvelemirde birinci tekil şahıs sigasıyla konuşurken tereddüt geçirmeyen ve "ben" diyebilmenin sorumluluklarını üstlenmeyi göze alabilen "fert"lerin eyninde tabii duran bir algı ve davranışlar bütünüdür. Söze "ben" sigasıyla başlamak, mesuliyet bildiren bir haber sinyalidir; buna mukabil ananevi kültürde "ben", kibirlenmeye, böbürlenmeye hatta bencillik gösterisine kadar varan bir küstahlık sembolü olarak kabul edile gelmiştir. Halbuki mahviyetkarlık ve alçakgönüllülük ifade edilmek gereken yerde anadiline hakim birisi başka ifadeler bulmakta zorlanmaz. Düpedüz "ben" demek gereken yerde "biz" sigasını tercih etmekte hem manasızlık, hem hayli belirgin bir riya kokusu, hem de fert olamamışlığın ürküntüsüyle kolektif şuura iltica korkaklığı var.

Biz olmak, ben olmaktan daha zor çünkü "biz" sigasının gerçek bir anlam ifade etmesi, ancak "ben" diyebilmenin sorumluluğunu omuzlamış fertlerin bir araya gelebilmesiyle mümkün. Kitle, fert olamamış insan kalabalığı. Hani Gustave Le Bon'un, "zeka seviyesini, aralarındaki en aptal kişinin tayin ettiği topluluk" diye tarif ettiği şey, birbirinin sıcaklığına sokulan ve kendi hararetine, üretkenliğine ve teşebbüs kabiliyetine güvenemeyen cılızlıkların heyet-i umumiyesi. Demokrasiyi dejenere eden de "kitle"dir; onu, varlığının şuurunu omuzlamış fertler yaşatır. Yönetimlerin dolaşımı teorisinde demokrasiden diktaya geçişi mümkün kılan zaafiyetin kaynağı, "kitle"nin her suiistimale açık düşkünlüğü. Demokrasiyi, kendi kuvveleriyle inşa etmek yerine Avrupa Birliği'nin hukuki müeyyidelerinden ummak tam bir kitle psikolojisi değil mi?

Akademik geleneğe nasılsa yerleşip kalmış köhne bir adet var: İlmi tezlerin başına yazılan "önsöz" faslında her genç akademisyen "biz" sigasıyla konuşur: "Biz bu araştırmaya başlarken amacımız... Bize göre bu yaklaşım... Bu çalışma esnasında gördük ki..." Oysaki memleketin okumamış çocukları, böyle öğretilmiş bir ustalıkla sorumluluktan kaytarmanın semantik labirentlerinde izleri kaybettirmeyi beceremezler; onlar daha tabii bir vücut diliyle birbirlerine sokulurlar. Geçenlerde akademik çevrelerde itibar gören bir dergide Türk cumhuriyetlerinden birine geçici görevle giden bir genç akademisyenin intibalarını okudum. Bu arkadaşımızın yazdıkları yolculuğa tek başına çıktığını, o ülkenin başkentini tek başına gezdiğini ve hatta yalnızlık çektiğini gösteriyordu; ama yazıda, "bu kadarı da fazla" dedirtecek ölçüde "biz" sigasına sığınılmıştı: Mesela "şehri gezdiğimizde.. bize ilginç görünen husus.. yola çıkıyoruz.. vb."

"Biz" anlamının kalabalığında "arazi olmak" akademik hayatın basamaklarında yükselen birisi için nasıl sığınılacak bir melce' olabiliyor; cevabı "hoca" takımından sormalı. Tek kişinin imzasını taşıyan bir metnin hemen her cümlesinde "biz" sigasını anlamsızca tekrarlamak, demek ki ancak "tahsil ile" mümkün olabiliyor, halbuki ilmi metinlere konulan imza, bir şeref payesi anlamından çok mesuliyeti işaret eder. İlmi bir metinde "ben" sigası, çalışmayı yöneten hocaya saygısızlık değil, ilmi şahsiyetin idrakidir.

Dini kimlik ve mensubiyet taşımak da ciddi bir sorumluluktur ve dini sorumluluk "akıl" sahibi olmakla başlar. Akıl, kişiyi hürleştirir ve onu hayırla şer arasında tercih yapabilecek bir olgunluk katına getirir. İnsanlar akıl sahibi oldukları için hesap günüyle muhatap olurlar; hesap gününde ise insan tek başınadır. Ananın evladına aldırış edemeyeceği ve her nefsin mutlak yalnızlıkla baş başa kalacağı o vaadedilmiş anda kişi için ancak kendi akıl ve emeğiyle yapabildiği şeylerin anlamı vardır. O mahşerde "biz" sigası, ardında bir kişiden başka kimseyi saklayamayacak kadar küçülecektir.

"Ben" olmadan biz olmak muhal; peki "dinibütün" olmak mümkün mü?


Kaynak (Arşiv)