Biz o kadar sıkıntıya gelemeyiz!
Batı'da bir süre yaşayanlar biliyorlar; iyi, hoş, güzel fakat sıkıcı yerler bu ülkeler. İnsanlar da zamanla matlaşmış; dışardan bakılınca kendi içine kapanık, bencil ve meşgul görünüyorlar genellikle.
Düzen, disiplin, ahenk ve olağanlık dediğimiz şeyler tez zamanda sıkıntıya dönüşüyor; hayat standardı yüksek fakat oralarda günlerce bir miligram bile adrenalin salgılamadan yaşamak pekâlâ mümkün.
Bizim nice senelerdir çağdaşlaşma diye ayılıp bayıldığımız hayat tarzı böyle bir şey: Sıkıcı.
Bizde hayat çok renkli, hareketli, kıpır kıpır; karate filmi gibi. Eğlence, dedikodu, kumpas, tehdit, iftira, kavga, şamata, gerilim, hile, entrika, şantaj, gırgır iç içe bir arada.
Bir an gözlerinizi kapayınız ve Türkiye'nin -meselâ- Almanya, Hollanda gibi Batılı standartta bir hayat tarzına kavuştuğunu düşününüz:
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşmış, kimsenin aldırdığı yok; adaylar bir sene önceden belli fakat kimse dedikodusunu yapmıyor.
Ordu, nice zamandan beridir bir siyasi figür olmaktan çıkmış; genelkurmay başkanı cumartesi günleri spor giyinip bisikletiyle gezmeye çıkıyor, kimse tanımıyor; ardında bir gazeteci bile yok.
Bu sene seçimler yapılacak; kimsenin umurunda değil. Partiler, konu kıtlığı yüzünden seçim kampanyalarında küresel ısınma, çevre vb. gibi konuları işlemekteler.
Basın kuruluşlarından biri devlete borçlarını iyi yönetemediği için yakasını TMSF'ye kaptırmış; kimsenin aklına, "koca medya grubu iktidarın kontrolüne girdi" diye mânidar bir cümle kurmak gelmiyor meselâ.
Rejimin mütemadiyen tehlikede olmaması bir yana, lise öğrencileri bile rejimin ne demek olduğundan gâfil; dolayısıyla "bizim işimiz rejimi korumak" diyenlerin fena halde canı sıkılıyor.
Gazeteler ve gazeteciler haberle yorumu ayırmayı birkaç yüz sene önce öğrenmiş olduklarından bol baharatlı ve kötü kolesterolü mebzul manşet atmayı, ön ve arka kapaklarına yarı üryan hanım resimleri basarak sayfayı hareketlendirmek gibi numaralar çekmeyi bilmiyorlar. "Biz çalıştık çabaladık, Rusya'da harika yatırımlar yaptık" haberini halka duyurmak için verdikleri tam sayfa ilandaki -dünyaca meşhur- Saint Basil Katedrali fotoğrafının altına, "Kremlin Sarayı, Rusya" yazıp elalemi güldürmek de akıllarına gelmiyor bu yüzden.
Dedik ya çok sıkıcı bir ülke olmuş Türkiye; bir muhalefet lideri, "sokakları 15 günde teslim alırım" dediğinde ahali, "ne demek bu" diye birbirine bakıyor; başbakan televizyonların sabah programlarına telefonla katılıp hayat kurtarmayı akıl edemiyor.
Öyle sıkıcı bir ülke ki, üniversite hocaları cübbeleriyle sokağa dökülüp "ordu göreve" pankartı açmayı bile unutmuşlar; başka işleri yokmuş gibi bilim kalitesini yükseltmek için didiniyorlar; bak bak bak!
Kimse ideoloji konuşmuyor, kimse rejimin selametinden bahsetmiyor, hatta doğru dürüst ekonomi telaffuz eden bile yok; peeh!
...
Kâbus filmi gibi bir şey yahu!
Mefhumun muhalifinden yola çıkarsak görürüz ki biz bu hayat ve siyaset tarzından şikayetçi değiliz; dedikodu, kumpas, tehdit, eğlence, iftira, kavga, şamata, gerilim, hile, entrika, şantaj, gırgır karmaşasında akıp giden tempo, haricen yakınsak bile bünyemizin ister istemez ürettiği bir hayata tutunma kimyâsıdır. Bizim niçin bir türlü Batılı olamadığımızı da aynı kimyâ izah eder; en ağırbaşlı ve temkin âbidesi gibi duranımızdan başlayarak en hiper aktifimize kadar Doğu'yla Batı'nın kesiştiği yerde gri bölgeler oluşturup, kavramların muğlaklığında yuvalanmak hoşumuza giden, hatta keyiften eriten bir şeydir.
Halbuki ben, "bizim ülkemiz niçin Batı'dakiler gibi sıkıcı bir yer değil" diye sızlanmak niyetindeyim; peki siz bu derece tertipli ve "normal" bir ülke vatandaşı olmayı samimiyetle ister miydiniz?
Samimi olacaksınız ama!..