Bıt bıt bıt bıt!..

"Devran döndü, takkeler değişecek" imâsının altını çizen mânidar bir kampanya yürüyor:

"Biz nice zamandır ayıptır, günahtır, zulümdür yapmayın etmeyin dedik ama hükümet o günlerde, kötü çocukların suyuna gitmeyi tercih ettiği için aldırış etmedi, kulağının üstüne yattı. Şimdi bakıyoruz, nihayet bir intibah emaresi belirdi. Bazı tahliyeler çok iyiye işarettir mesela. Vaktiyle bizim gibi âkil adamların ince ikazları dikkate alınsaydı çok daha güzel olurdu, bıt bıt bıt bıt..."

Bu akıl yürütme biçiminde hükümet, âdeta hacir altında bir çocuktur; elindeki yetkiyi ve gücü nasıl kullanacağını bilmeyen, o yüzden biraz mâsum, biraz şaşkın, etrafında ne olup bittiğinden habersiz bir çocuk. Bu esnada gizli ajanda sahibi kötü insanlar, o fırsat düşkünü, ikbâlperest, sinsi insanlar mütemadiyen hükümetin kulağına kötü şeyler yapmasını üfleyip durmaktadır: "Anti-demokratik kanunlar çıkarılsın, dürüst namuslu insanlar, onurlu bürokratlar, aydınlar, gazeteciler nâhak yere hapse atılsın; siz onlarla uğraşırken biz devleti çaktırmadan ele geçirelim; sessizce devletin bütün uzuvlarına yerleşelim!"

Neyse ki, dürüst, erdemli ve onurlu ve her daim mütedeyyin kalemler, kendine "Asrın vicdânı" rolü yakıştırarak racon kesen liberal abiler vardır bu ülkede; onlar gerektiğinde bağırlarına taş basarak, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diye vakarlarından bir an taviz vermeden hükümeti hep uyarmışlar ama sözlerine pek itibar edilmemiştir; işte şimdi onların dediği birer birer çıkmakta değil midir?

Ergenekon terör örgütü, evet fena bir şeydir, daha doğrusu fena bir şeye benzediği yolunda bazı kanaatler vardır ama sinsice hükümete hulûl etmeğe, devleti ele geçirmeye çalışan o kötü ve yaramaz insanlar onlardan şüphesiz çok daha fena yaratıklardır; onlar hükümeti iğfal ederek masum insanları tutuklattırmış, haysiyet cellâtlığı yapmış, uyduruk davalar açtırıp düzmece tahkikatlar düzenlettirerek ülkenin barış havasını bozmuşlardır, bıt bıt bıt bıt...

Şimdi gel de, Hayâlî'nin, "Bana mülhid diyenin kendünde imân olsa / Dahl iden dînime bâri Müselmân olsa" beytini hatırlama bakalım!

. . .

Yoo, hayır; böylelerine kızmak, darılmak mânâsız; üstelik bir noktada haklarını da teslim etmek lâzım. Onlar vaktiyle kendilerine bol keseden açılmış kredileri kullanıyorlar. İbret olsun, ders olsun. Kızmamalı, bilakis "Bizde hakkın varsa helâl et" denilse yeridir.

Dâr-ı dünya imtihan yeridir ağalar; bu zorlu imtihanda yiğide başını dik tutturacak şey de üst değerlerdir; nedir üst değerler? Bugün de, yarın da, yevm'il-mahşerde mizan terazisinin kurulup sorguya çekileceğimiz anda da hikmetinden, anlamından, ağırlığından bir şey kaybetmeyecek kıstaslardır onlar. Kim ki onlara ittibâ ederse boynu asla bükülmez, âkıbeti hüsrân olmaz. Şairin, "Gözü dünyâ mı görür âşık-ı didâr olanın... Ayağı yer mi basar zülfüne berdâr olanın" derken merâd ettiği nükte odur. Ukbâyı kazanmak için dünyâyı berbâd etmek gerekmez ama nihai tahlilde dünya nimetleri de 'ukbâ'ya tercih olunur metâ değildir. Üst değerlerin ne olduğu kadar, onlara sadâkatten de hesaba çekileceğiz. Hedef, evet mühim, fakat yolculuk daha mühim. Hedefin sahibi var, yolculuk ise bizim imtihan konumuz.

Hani şu mâlum usûl-esas meselesi...

Efendim, başkalarının üst değeri alenen ve yalın biçimde muktedirlere yakın durmak, dünya nimetleriyle nimetlenmek, her mahfilde itibar görmek için istiskal pahasına didinip durmakmış; mümkündür, doğru olabilir; neticede herkesin üst değeri, kendini ilzâm eden bir çerçevedir.

Herkes kendi üst değerine ve o değerlere her dem sâdık kalıp kalmadığına bakacak şimdi. "Ama sen de vaktiyle..." diye başlayan cümleler kurmak, bu raddeden sonra civanmertlik değil.


Kaynak (Arşiv)