Birleşik menfaatler "ilm"i daima döver!

The Times'ın asparagası ile yüz yüze değilsek, İngiltere Başbakanı Tony Blair'in Kur'an'ı üç kere baştan sona okuduğu haberine inanmamız gerekiyor. Haberin sunuluş tarzı, akla hemen şu muzip nükteyi getiriyor: "Bizimkilerin siftahı var mı acaba?" Haberin altındaki spotta Blair'in gerekçesi şöyle izah ediliyor: "Ülkesindeki Müslüman topluluğu daha yakından tanıyıp uygun kararlar almak için". Böyle bir gerekçeye saygı duymamız veya şapka çıkarmamız gerekmiyor; ilmi zihniyet böylesini gerektirir çünkü!

Haberin bizi ilgilendiren tarafı, bir ülke başbakanının, ülkesinde yaşıyan bir inanç topluluğunu daha yakından tanımak için o topluluğun "Kitab"ını okuması. Belli ki "orientalist" bir okuma bu, entellektüel bir merak bir yana, "daha kolay ve doğru yönetmek" maksadına yönelmiş de olsa, bu ciddi bir tavırdır. Hicranımız işin nüktesinde saklı; bizimkiler de -diyelim ki orientalist bir endişe ile olsun- "Kitab"ı anlamak kasdıyla üç kere okumuşlar mıdır?

Suizanda bulunmak istemem ama tahminim "hayır"dır; okumuyorlar. Bir mü'min sıfatıyla okuyup okumadıkları ne beni, ne de başkasını ilgilendirir ama ilmi ve idari bir endişe ile okumuş olmaları gerekirdi; en azından orientalist bir endişe ile de okuyabilirlerdi. Tahminimin niçin okumadıkları yönünde tecelli ettiğini belirtmeliyim; okumuş olsalardı bir yerlerinden belli olması gerekmez miydi?

Daha önce bu sütunlarda defaetle tekrarlanmış bir zannın altını bir kere daha çizmek gerekir: Devlet adına üretilen iç ve dış siyaset ürünlerinde ilme itibar edilmediği barizdir. 21. yüzyılın şafağında hala içi boşaltılmış bir "aydınlanma" diskurunu yere göğe sığdıramadığımız halde, dağlara-taşlara "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" vecizesini yazdığımız halde ahvalimiz "ilimsizlik"ten nişane veriyor. İddia edildiği gibi ilim, başta devlet olmak üzere herkesin itibar ettiği bir müşterek zemin teşkil edebilseydi, gündemin bugün gerçek problemlerle nasıl çırılçıplak kaldığını fark edebilecektik.

İlmin yerine ikaame ettiğimiz değer nedir peki?

Listenin ilk sırasını, öznesini asla teşhis edemediğimiz devletin menfaatleri geliyor; ardından siyasi partilerin menfaatleri ve hemen sonra güçlü basın gruplarının menfaatleri. Türkiye'de "yönetici aklı" veya "hikmet-i hükumet" dediğimiz kavramın içini işte bu unsurlar dolduruyor.

Teoride "devlet menfaati"nin hepimizin müşterek menfaati anlamına gelmesi gerekiyor; ne var ki pratikte devletin menfaatleri ile yönetilenlerin menfaati arasında uçurumlar var ve bu mesele Türkiye'nin bir an evvel halli gereken en acil problemini teşkil ediyor. Devlet, özellikle son yıllarda bu mesafeyi adeta "kasd-ı mahsus"la derinleştirmek ve genişletmek için anlaşılmaz tavırlar takınmakta fayda görüyor. Devlet, "özne"sini şeffaflaştırıp milletin desteğini kazanarak yapısını sağlamlaştırmak yerine öznesini muğlak hale getirerek araya bir yöneten-yönetilen mesafesi bırakmaya itina ediyor; bu tercih ilmi değildir, orta ve uzun vadede bu yaklaşımın devleti zaafa uğratacağını kestirmek için marifet ehli olmaya da gerek yoktur.

Siyasi partilerimizin halkla münasebeti meşkuk. Partilerimizin "temsil kabiliyeti" hemen hemen kalmadı ve böylece hemen hepsi liderler oligarşisinin "sınırlı sorumlu" firmaları haline dönüştüler. Siyasi partilerle temsil ettikleri vehmedilen kitle arasındaki münasebetin niteliği de ilmi değildir ve bugün mevcut partilerin neredeyse tamamı, Türkiye'nin orta vadeli geleceğinde mevcut olmayacaklardır.

Güçlü basın gruplarının menfaat hesapları ise artık gizleme ihtiyacı bile hissedilmeyecek kadar aşikar tarzda yürütülüyor; bu hakikat, Türkiye'de matbuatın ne kadar müthiş bir itibar kaybına uğradığını gösterir. Kimsenin itibar kaybına aldırış ettiği yok zira günümüzde itibar "güç" ile satın alınabiliyor. Daha şimdiden işaretleri görünmeye başladı ama pek yakında Türk basını, basın gruplarının kurum içi eğitim ve haberleşme bültenlerine dönüşecektir. Devletin öznesi ile medya ve siyasi parti seçkinlerinin arasındaki ilişki, devletle millet arasındaki münasebetten daha sıcak, daha bir muhabbetkardır. Bırakınız siyasi hesaplama ustalıklarını, devletin ilimle nisbeti aritmetik cinsinden basit hesabın bile yüzünü kızartacak derecede ilme aykırıdır ve yıllardan beri çıkarılan bütçe kanunları bu gerçeğin resmi belgeleridir.

Bütçe kanununu bile basit aritmetik denkliklere takla attıracak kadar absürd faraziyeler üzerine kuran "hikmet-i hükumet"imiz, halkının inancını "tanımak ve anlamak" için niçin -en az Mr. Blair kadar- ders çalışmaya ihtiyaç duysun ki? Yaşasın ön yargılar, gelsin asırlık vehimler, gitsin içi boş "aydınlanma" edebiyatı!

İlim edinmek emek, ilmi mürşid edinmek dirayet gerektirir; "emek ve dirayet"i kim kaybetmiş de biz bulmuşuz?


Kaynak (Arşiv)