"Birbirinden yüzükara evlatlarım"

Kültürümüzde bir insana gelirini veya maaşını sormak hoş karşılanmaz; "parayla imanın kimde olduğu bilinmez" lâfı da bu hükmü destekler.

Başbakan dünkü açıklamasında işte bu kültür kalıbına dolaylı göndermelerde bulunarak, yargı ve tahkikat gibi özel haller dışında kimsenin servet beyanının açıklanamayacağını hatırlatmak lüzumu duydu ve mal bildirimi konusundaki kanun düzenlemesini hatırlattı.

Kültürümüzdeki bir başka nâhoş kalıp ise başkalarının malını-mülkünü merak etmektir, "zenginin malı, züğürdün çenesini yorar" lâfı da bu hükmü destekler. Özellikle hayat standardında ani yükselişler görülenler hakkında dedikodu etmenin zevki dayanılmaz raddelerdedir. Toplumumuzda bu bakımdan en çok dedikodu celbeden zümre, bürokratlarla siyasetçilerdir. Bu merakı "dedikodu iştihâsı" ile izah edip geçmek mümkün ama meselenin demokrasi kültürü ve şeffaflık ile yakın ilgisi var; dolayısı ile bürokratların itâ amirlerine, siyasetçilerin Meclis Başkanlığı'na veya ilgili kurumlara vermek zorunda olduğu servet beyanının gizliliği aslında pek mühim bir rol ifâ etmiyor; ülkemizde pek câri bulunan "zümre dayanışması" faktörü hesaba katıldığında servet beyanının, aslında pek de "beyân" vasfı taşımadığı açıktır. Başbakan dünkü açıklamasında bu kanuni nükteye ilticâ ederek, kamuoyu beklentisinin aksine şahsi serveti hakkında sükûtu tercih ederken, CHP'nin İş Bankası hisselerini gündeme getirdi ve basına, "işte size malzeme; biraz da bununla oyalanın bakalım" meâlinde imâlarda bulundu.

Parti kurmayları, günü kurtarmak ve gündemi değiştirmek adına bunun iyi bir kontratak taktiği olduğunu telkin etmiş olabilirler; mümkündür. Bu yıl boyunca, buna benzer gündem değiştirme hamleleriyle sıkça karşılaşacağımızı söyleyebiliriz. Neticede kamu görevlilerine ait servet beyanlarının şeffaflaştırılması yönünde kimsenin adım atmaya istekli olmadığını da göreceğiz. "Gelin şu kanun düzenlemesini beraber yapalım; her türlü dokunulmazlığı kaldıralım" yollu çağrıların, "getirin Meclis'e, desteklemezsek şöyle-böyle olalım" üslubunda yiğitlenmelerle massedildiğine defalarca şahit olmadık mı?

Kültürümüzdeki paraya dair bir başka yargı kalıbı ise, "şimdi rağbet güzel ile zengine" meâlindedir; bu değerin samimi açılımı şöyle yapılabilir: Biz, kendi hizamızda gördüğümüz kişilerin sebepsiz zenginleşmesini fark ettikçe huzursuz oluruz ama o zenginlik, her nevi güç alâmetine dönüştüğü andan itibaren sebepsiz zenginleşen kişilere saygı ve hayranlık duymaya da başlarız. Muktedire hayranlık, bir nevi ibrâ, yani aklama mekanizmasıdır ve o noktadan sonra sebepsiz zenginleşen kişinin servet kaynağı hakkında şüphe beslemek ayıplanmaya başlanır. Zengin olduğu vehmolunan kişinin (veya kurumun) aslında ekmeğe muhtaç derecede züğürt çıkması ise fevkalade hayal kırıklığına yol açar ki tâze misâli, Galatasaray kulübünün hâlidir: Galatasaray sportif başarısını zenginliğe dönüştüremediği için yerden yere vurulmakta, taraftarlar ise kendilerini ihânete uğramış gibi hissetmektedir; buna mukabil Fenerbahçe kulübü taraftarları öteden beri "bizim takımda para kum gibi, kimi istesek alırız!" tarzında takımın yöneticileri ile garip bir aynîleşme tavrı sergileyerek, aslında kendileriyle hiç ilgisi olmayan kurum zenginliğine psikolojik planda dokunmak ve bu olgudan şahsi bir pay sahibi olmak isterler.

Kültürel kalıplar, çoğu defa ikiyüzlü hükümler de ihtiva ederler ve tarif edici özellikler taşırlar; kimin tarif edildiğini meraka hâcet var mı: Biziz. "Dostla alışveriş edilmez" sözüne bakalım meselâ, bal gibi "aksi takdirde dostsuz kalırsın!" ihtarını hâvidir; nasıl bir dostluk anlayışıdır ki bu?

Bu meselede iktidar ve muhalefet sözcülerini, esasen bizim çelişik sûretlerimizi maske olarak kullandıkları için eleştirecek miyiz şimdi?


Kaynak (Arşiv)