Birand'ın fiskesi!..
Mehmet Ali Birand'ın, "Öbür medya da, bizim hatamıza düşmemeli" başlıklı yazısını önemseyelim.
Birand, nazik bir dil kullanarak "öbür medya" veya "iktidarı destekleyen medya"yı ikaz ediyor, vaktiyle bizim kapıldığımız yanlışlara düşmemelisiniz diyor: "Aynı linçler, aynı ön yargılar ve abartılı manşetler. Daha çok ideolojik bir gazetecilik yaklaşımının örnekleri sergileniyor" tesbitini doğrulayan örnekler var. "CHP'li medya"dan bugüne kadar çok şikâyet ettik ve ediyoruz; bu kavramın panzehiri elbette Birand'ın nezaketen telaffuz etmediği yandaş veya AK Partili yayın organları değildir. İki yanlış bir doğru etmez. "Türkiye'nin ciddi ve büyük meseleleri vardır fakat bir de medya meselesi vardır" cümlesini çok tekrar ettim; bu meselenin bir parçası haline gelmek yerine, dünyanın her yerinde baş üstünde tutulan gazetecilik meslek prensiplerine riayet kâfi. CHP'yi, MHP'yi, AK Parti'yi desteklemek ne ayıp ne günah; desteğin kabul edilebilir sınırları ve üslubu var. O sınırlara riayet etmek yetişir.
Birand'ın eleştirisini hak eden yayın organları ve yayın politikaları yokmuş gibi davranmak doğru değil; var!
Birand'ın diğer endişesi 12 Haziran'dan sonra Başbakan'ın güçlenmiş bir AK Parti iktidarı ile, basından tek bir çatlak sese dahi tahammül etmeyeceği varsayımıdır; "Bu kaçınılmazdır" diyor. Bu varsayıma iştirak etmiyor, "Vehhâm" buluyorum. Doğrudur, güç insanı bozar, lüzumundan fazla iktidar sahibi olmak bünyeyi kokuşturur. Varsayıma itirazım, Başbakan'ın ve partisinin muhtemel bir seçim zaferine rağmen bütün iktidarı kontrol edemeyeceğidir ve doğru-dürüst demokrasilerde böyle olması gerekir. Yüzde 45 civarında bir destekle kazanılacak seçimden çıkarılması gereken en akıllıca yorum, yüzde 55 civarındaki seçmenin muhalefetidir ki bu, inanmış seçmen davranışlarına ve tasvibine dayalı köklü, güçlü bir muhalefettir. Başbakan 27 Temmuz 2007 gecesinde yaptığı meşhur "Balkon konuşması"nda bu realitenin farkında olduğunu söylemiş, kendisine destek vermeyenlerin de başbakanı olacağını vaad etmişti. Kaldı ki yüzde 55'lik demokratik muhalefete, vesayetçi yapının mazgallarını hâlâ terk etmemekte direnen bürokratik muhalefeti de tabiatiyle ilave etmek gerekir.
Seçim sonrasında Başbakan ve partisi, "Bağ-bacak zaptetmez" derece güç kazanmış, dizginlerini koparmış bir asılsız özgüvenle, başta basın hürriyeti olmak üzere ülkenin demokratik kurumlarına kasdedemez; Türkiye buna müsaade etmez; böyle bir ihtimâli, tek tek herbirimize ve Türk toplumunun demokratik birikimine güvensizlik sayarım.
"En iyi yumruğun bu mu kovboy" başlıklı yazımdaki, "Mahmut Alınak kendi mahallesinin en haşarı, en ağzı bozuk delikanlısı olmakta yalnız değil; erkeği-kadını hemen hepsi öyle..." cümlesinden ötürü Mahmut Alınak'ın şahsıma hitaben bir mesaj yayınladığını, adresime gelen dolaylı bir e-mektuptan öğrendim. Şöyle demiş: "Bu sözler, bu kolektif hakaret, Zaman Gazetesi köşe yazarı Ahmet Turan Alkan'a ait. Bugünkü yazısında böyle aşağılayıcı ve tahrik edici sözler sarf etmiş. Bu kolektif hakarete hakaretle cevap verilebilir. Ama ben bunu yapmayacağım. Allah belanı versin, diyorum. 25 Mayıs 2011-Mahmut Alınak". Bu mesaj, Alınak'ı destekleyen bazı sitelerde yayınlanmış fakat, kendi içindeki mantık hatasından ötürü doğruluğuna ihtimâl vermiyorum; muhtemelen birileri tarafından düzenlenmiş bir başka nefret komplosu olabileceği ihtimâlini daha akla yakın buluyorum.
Velev ki doğru ise, Alınak'a aynı edâ ile mukabelede bulunmayı doğru bulmam; bu ihtimâl, sadece "ağzı bozuk" tesbitinin doğrulanmasına yarar.