"Bırakın da üretelim"
Nadir istisnalar dışında son iki asır boyunca Türk toplumunun bütün müesseseleriyle birlikte Batılılaşması projesine gönül verenler aslında zihniyet itibariyle sefil bir mevziide idiler; bu hüküm çok su götürür gibi görünse de Batılılaşma gayretlerimizin yekun çizgisinin altında hayli berrak tespitler bulunuyor: Büyük bir hürmet ve itikatla perestiş ettiğimiz Batılılaşma projesinin daha başlangıçtan beri "üretim" fikri üzerine bina edilmesi gerekirdi. Bizde göz kamaşmasına sebep olan "Batı" gerçeğinin ardında, hemen her sektörde üretim artışı ve yüksek kalite arayışı var.
Buna mukabil bizim Batılılaşma projemiz, içinde yaşadığımız dekoru ve kostümleri Batılılaştırmanın kifayet edeceği gibi naif ve çocukça bir inançla sınırlı kaldı; bu vakıayı pekala "mistik bir hezeyan" olarak sıfatlandırmak mümkündür. Eski üretim alışkanlıklarını değiştirmeyi denemeksizin sadece dekor ve kostüm tebdili ile hayranı olduğumuz Batılı standartlara erişmeyi umduk; bu, eşyanın tabiatına aykırı, çocukça bir saplantıydı ve bu haliyle batıl bir temenni üzerinde yoğunlaşan bir duaya benziyordu. Bir şair duanın geçerliğini, "her dua müstecab olur amma / talebin sureti bilinmelidir" beyiti ile şerhetmiş. Bizim Batılılaşma projesi kendi ahvalini değiştirmeye yanaşmadığı halde bütün değişim arzularını mucizeye bağlamış bir yanlış itikattı. Bir manada Batılılaşma adına "rönesans" ve "aydınlanma"nın beşinci sınıf, ucuz ve bayağı versiyonunu kanun zoruyla birkaç asırdan beridir sahnede tutuyoruz; mukavva dekorların eğretiliğine ve paçalarımızdan dökülen kostümlerin perişanlığına bile aldırmaz haldeyiz.
"Laikçilik"de muasır Batı dünyasının hayret ve gıpta dolu bakışları eşliğinde Avrupa şampiyonuyuz; "Jakobenizm"de medeni dünyaya nal toplatıyoruz; ilim tarihi ile uğraşan Batılı akademisyenler "Scientisme"in ne menem bir şey olduğunu öğrenmek için fikir atmosferimize şöyle bir göz atsalar yetişir. "Pozitivizm"in batı dünyasında çaptan düşmesinin haberleri henüz "şok" anonslarıyla alt yazı haline gelmediği için hazret bizde baştacı. Kısaca XVIII. yüzyılın Batı dünyasını müteakip asra bağlayan bütün zihin hastalıkları bizde tam bir iktidarla hükümferma; tabiat tarihi müzesine döndük; geçmiş çağların bütün antikalıklarına sahibiz; bir eksikle: Muasır dünya, müzemizi henüz teşrif etmedi.
Halbuki bu asırlar zarfında pekala laikçilik yerine muasır dünyanın gürültüsüz-patırtısız uygulayageldiği laikliği, Jakobenizm yerine demokrasiyi, Scientisme yerine ilme hümeti, Pozitivizm yerine hür düşünce geleneğini inşa edebilirdik; ama yine yetmezdi: Üretim neş'esinden koparılmış bütün Batılı enstrümanlarla dünyanın en latif melodilerini tam bir ahenkle icra etmek bile yaramıza şifa olmazdı. Biz "üretim" fikrini çok ihmal ettik ve neticede Batılı dekor ve kostümler içinde yaşayan işsiz, mesleksiz ve fukara bir topluluk haline geldik. Beylik tabirle iki asırdan beri Batılılaşmak için uğraşıyoruz; ama maalesef bir arpa boyu yol kat ettik. Avrupa Birliği, bir ideal uğruna iki asırdan beri yırtındığı halde istediğini elde edemeyen bu hükmi şahsiyete tezyifkar bir ifade ile kapılarını kapadı. Bu iki asrın vebali ve hesabı bizim bütün Batılılaştırma mühendislerinin omzundadır.
Bu toplum vaktiyle böyle işsiz, mesleksiz ve fukara değildi; uzak dedelerimiz yaşadığı zamanın üretim tekniğine vakıf, çalışkan insanlardı, meslek sahibi idiler ve bu yüzden vekar ile tevazu'un ahenkle birleştiği yerde dururlardı. Bu insanlar asırlardan beri ürettikleriyle sadece kendi geçimlerini teminle yetinmediler, devasa bir devlet cihazını da ayakta tuttular: Askere gider ve vergi verirlerdi. Dünya o büyük değişim sarsıntısı içine girdiğinde belki de ilk defa devletlerinden bir öncülük himmeti umdular; yeni bir üretim tarzına terfi etmeleri gerekiyordu; ama dedelerimizin "okumuş" evlatları ona sadece dekor ve kostüm değişikliği ile bütün hayatın mucizevi bir şekilde değişeceğini söylediler; ecdadın büyük çoğunluğu bu "tavsiye"yi inandırıcı bulmadı; ama "okumuşlar" sadece ukala değil, hırçındı da!
Neticede üç asırdır aynı yanlışı tekrar edip duruyoruz; eskiden askere gider, vergi öderdik; şimdi sadece askere gitmekle iktifa ediyoruz. Devlet, belki de hicabından ötürü milletinden doğru-dürüst vergi tahsil etmeye yüz bulamıyor. Dekor aynı dekor, kostümler yine paçalarımızdan dökülüyor ve hala gerçek anlamda Batılılaşmanın topyekun "üretim neş'e"sine sarılmak olduğunu idrak edebilmiş değiliz. Üretmiyoruz; ama tüketiyoruz; aradaki farkı, belki de aynı mahcubiyetten ötürü devletimiz dış kaynaklardan ve gelecek nesillerdeki torunlarımızın süt parasından devşirdiği fonlarla karşılıyor.
"Bırakın da üretelim" diye feryad etsek, alınırlar mı acaba?