Bırak bu fingirdeği Kerem; sana "Aslı" mı bulunmaz?

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir türlü çocukları olmayan biri Türk diğeri Ermeni iki komşu kadın, aynı dertten muzdarip bulunmanın tesiriyle birbirlerine dert yanar dururken,

günün birinde bir gezgin dervişin elinden yedikleri yarım elmaların tılsımı ile evlat sahibi oluverirler. Her iki aile çocuklar daha doğmadan "beşik kertmesi"nde kavilleşir. Neticede Türk ailenin çocuğu erkek olur adına Kerem derler; Ermeni keşişinin kızına ise Aslı ismi verilir. Çocuklar büyüyüp de aralarında gitgide ciddiyet kesbeden bir aşk alâkası başlayınca keşiş, nur topu gibi kızını bir Müslümana vermek istemez, kızını alıp gizlice terk—i diyar ederler. Kerem bir türlü unutamadığı aşkı Aslı'nın hasretiyle yakasını yırtıp, derdinden baca gibi tüter ama nâfile. Keşiş hiç iz bırakmadan ailesini toplayıp uzaklara gitmiştir. Kerem bunun üzerine sâdık arkadaşı Sofu ile birlikte yollara düşer. Anadolu illerini karış karış dolaşırlar, yüce dağlar aşar, derin sulardan geçerler. Nice yıllar olur; günün birinde Kerem bir memlekette keşişin izini bulur. Tebdil—i meslek eyleyen keşiş berberlik—diş hekimliği işiyle uğraşmaktadır. Kerem doğruca keşişe gider ve Aslı'yı görebilmek ümidiyle otuziki dişini birden bir defada çektirir. Hikâye cümlenin mâlumu; Keşiş her defasında Aslı'yı Kerem'den kaçırır ama Kerem aşkından vazgeçmez. Neticede Halep'te Halep paşasının emriyle Aslı'ya kavuşan Kerem, bu defa keşişin büyüsüne kurban gider: Aslı'nın gelin elbisesindeki düğmeleri bir türlü çözemez. Yakadan eteğe kadar yüzlerce düğme ile iliklenmiş elbisenin düğmeleri her defasında kendiliğinden iliklenmektedir. Kerem bu hicrân ile oracıkta tutuşup meşale gibi yanmaya başlar ve kül olur. O külün kıvılcımında saçlarını tutuşturan Aslı da sevdiği gibi yanar ve hikâye oldur ki iki âşık cennette mülâki olurlar.

Kerem'in Aslı uğruna otuziki dişini birden çatır çatır çektirmesinde milli mantalitemiz hiç de aşağılayıcı bir mânâ bulmaz çünkü arada "karşılıklı" aşk vardır. Eğer Aslı her fırsatta Kerem'le dalga geçen, onu kıran, hakaret eden, nefretini esirgemeyen bir bîgâne olsaydı, bugün Kerem'le Aslı hikâyesi diye birşey olmazdı.

Fingirdek Aslı ile enâyi Kerem hikâyesi

Ne var ki bugün şahid olduğumuz fecî, kırık, onursuz ve aşağılayıcı bir aşk hikâyesi; halk tâbirinde böyle sevdâlara kestirmeden "ben sana hayran, sen çama tırman" derler. Düşünün ki Kerem Aslı'ya sırılsıklam âşık fakat Aslı hoppa, züppe, dejenere bir zamâne dilberi. Fettân, hınzır, hesâbî, zeki lâkin duygusuz. Kerem'in aşkını kendine eğlence edinmiş, delikanlıyı en trajik zaaflarından yakalamış maymun gibi oynatmakta. Kerem o kadar zavallı ki içine düştüğü zaafiyetin farkına bile varmıyor. Bekle diyorlar bekliyor, ahırı süpür diyorlar ahırı süpürüyor, saçını sakalını, bıyığını kaşını tıraş et diyorlar ânında dediklerini yerine getiriyor. Horoz gibi öt, kuzu gibi mele, ördek gibi vakvakla diyorlar, başüstüneyi yapıştırıyor. Evet, iyi eğlence ama bir süre sonra can sıkmaya başlıyor. Günün birinde Aslı Kerem'e pencereden "gece gel" diye işmar ediyor. Kerem gece olunca merdiveni dayayıp pencere hizâsına kadar tırmanınca keşişi karşısında buluyor. Güm aşağı tabii! Keşiş öfkeyle "defol git, bir daha buralarda görmeyim seni" diye haykırırken arka plandan Aslı'nın cırlak kahkahaları duyuluyor.

Kerem, paldır—küldür üslûbuyla merdivensiz indiği onca yüksekliğe bakıyor, sızlayan kemiklerini oğuşturarak ayağa kalkıyor ve pencereye sesleniyor;

— Sizin bu kararınızı kabul edilemez nitelikte buluyorum!

Bu ne "inhimâk"tir ey Kerem?

Kerem ile Aslı hikâyesi aynı kültüre mensup ama din itibariyle farklı iki insan arasındaki aşk hikâyesini tahlil eden ve yorumlayan nefis bir irfan masalıdır: Neticesi, tam da olması gerektiği gibi bağlanır ve iki sevgili yanarak küle karışırlar.

Kerem ile Aslı hikâyesinin eski versiyonunda Kerem haklıdır çünkü karşılık görmektedir; yeni versiyonda Kerem'in gösterdiği tepki dramatik değil komiktir; buna eskiler aşk filân değil düpedüz "inhimâk" derlerdi. İnanmayan lugâte baksın; kelime iki farklı imlâ ile yazılıyor; "Ha" ve "Kaf" harfleriyle yazılan inhimâk "ahmak gibi görünme" mânâsına geliyor ("hamâkat" kökünden); "Güzel He ve Kef"le yazılan öteki inhimâk ise "bir şeyin üzerine fazla düşme, ziyâdesiyle düşkünlük" demek oluyormuş. Modern Kerem öyle bir açmazın içine düşmüştür ki "Ha—Kaf"la yazılsa da "Güzel He—Kef"le okunsa da her iki halde de hacâlet paçalarından akmaktadır.

Bırak bu fingirdeği ey Kerem; sana "Aslı"mı bulunmaz?


Kaynak (Arşiv)