Bir yazarın posta kutusundan seçmeler

İki günden beri posta kutuma bakmamıştım. Biriken mektuplardan sizler için günü ve devrin hâlet-i ruhiyesini aksettiren bazı okuyucu tesbitlerini dikkatlerinize arz ediyorum. Aralarında, eksik olmasınlar hayır duada bulunan da var, -yine eksik olmasınlar!- kargış ve eleştiri gönderen de.

Sahiplerinden izin almadığım için isimlerini rumuz ile belirttim.

*

Haddim olmayarak sizden bir ricam var. Herhangi bir yazınızda Nasreddin Hoca'nın bir nükteli fıkrasını işleseniz olur mu?

Fıkra şöyle: Nasreddin Hoca bir gün bir berbere gider ve traş olmak ister. Berber, önceden tanımadığı hocayı gelişigüzel traş eder ve hiç dikkat etmez, çırpar atar. Traştan sonra hoca yüklü bir miktar ücret eder ki, normal traşın üç-beş katı kadardır ödenen. Hoca berber dükkanından çıkıncı berber kendi kendine “Eyvah ben ne yaptım adamı hiç özenmeden traş ettim, buna rağmen yüksek bir ücret verdi bana” der. Zaman geçer gün olur, Hoca tekrar aynı yere traş olmaya gelir ve oturur berber koltuğuna. Berber tanımıştır Hocayı. Bu defa özene bezene traş eder Hoca'yı. Sıra ücret ödemeye gelir ve Hoca, normal ücretin çok çok altında bir para verir berbere. Berber şaşırır ve der ki, “Hoca ben bu kadar ilgilendim, özendim bu da neyin nesi?” Hoca: “Bu ilk traşın parasıdır. Zaten ilk traşta da bunun parasını ödemiştim.” der.

Günümüze uyarlanacak tarflarını bulursunuz mutlaka.

(T.Ö.)

*

Evvela selam eder, saniyen, içimizde iyice tiksinti uyandıran ‘süreç' kelimesiyle özetleyegeldiğimiz zamanlar boyunca kelimenin asıl anlamıyla ‘mağdur' olmuş, lakin bu mağduriyetinde anlaşılmaz şekilde sessizlikle kuşatılmış bir kitlenin yanında yer aldığınız için kendi hesabıma, şükranımı arz ederim. Zoru görünce, selamı sabahı kesen, yollarını ayıran, tarafını gizli ya da açık biçimde seçen nicelerinin yanında sapasağlam ve mertçe duruşunuz çokları gibi benim nazarımda ‘iyi ki yıllardır okumuşum, sevmişim' düşüncesini uyandırdı. Benim kanaatim hakikatin yanında bilmem bir şey ifade eder mi?

Geçen sene sanırım 30 Mart sonrası ekranlarda yaptığınız bir yorumda ‘Türkiye bu gerginliği uzun müddet kaldırmaz, bu uçak bu kadar havada kalamaz.‘ demiştiniz. Allah bu günleri görmeyi nasip etti, şükürler olsun. Birkaç gündür üzerimizden kalkan yük, kelimelerle ifade edilemeyecek cinsten; lakin bu yaşadıklarımız herhangi bir partinin kazanıp, kazanmaması denkleminden daha fazlasını ifade ediyor diye düşünüyorum. Bugün sadece bir kişinin susması ile memleketin havası ne kadar değişiyorsa bunun üzerinde düşünmek gerekmez mi? Son iki yılda şiddetini giderek artırmış bulunan hukuksuzluk, gasp, gözdağı, tutuklamalar ve daha fazlasının biteceğine, bitme ihtimaline duyulan inançtır aslında sevinmemiz. Evet ‘keyfî yönetimler' de bitebilirmiş. Bunun işaretini almak bile güzel.

17 Aralık'ın ilk günlerinde birinin ‘Bu bir darbedir, okumaya karşı bir darbe. O günden beri kimse kitap okumuyor.' şeklindeki yakınmasını hatırlıyorum. Evet, zaman zaman gerek sosyal medyada, gerek bulunduğumuz her ortamda neredeyse siyasetle yatıp kalktık, bir şekilde politize olduk. 12 Eylül'ü görmemiş, o günleri yaşamamış (y midir, z mi?) bizim kuşak gecikmeli de olsa siyasete, memleket meselelerine fena halde bulaştı. Zaman zaman ‘Devran dönünce görürsünüz' diye kinlendik, hınç beslemeye başladık. Halbuki yine o sevimsiz ifadeyle ‘süreç'in aktörleri ve ona bir şekilde taraf olanlar acınmayı hak ediyorlardı. Allah başka dert vermese bile bu, onlara zül olarak yeterdi. O yüzdendi belki de büyüklerimizin onların akıbetine dair dua etmesi. Ve son birkaç ayda dillendirilen ‘Affetmeye hazır olun' mesajları.

Bu sebeple bugünkü yazınızdaki ‘devr-i sabık intikamcılığı yapmamak' vurgusunu önemsiyorum. O gün olduğu gibi bugün de bize düşen Allah var, gam yok demek. Ve onun adil-i mutlak olduğuna olan imanı tazelemek. (Bu noktada ironik olan ise, sabık iktidarın yandaşlıkta sınır tanımayan bazı kalemlerinin bu mealde cümlelerine tesadüf etmek.)

Evet bir miktar nefes almaya başladık. Yıllar evvel ‘zor bir coğrafyada yaşadığımızı, bu topraklarda yaşamanın bedelinin ağır olduğunu, çok okumak, çok düşünmek gerektiğini' yazmıştınız. Bugün bunların acı tecrübesini yaşarken dersimizi de almış olmamız gerek. Şimdi artık kendi işimize bakma, serinkanlı olma ve daha çok okuyup düşünme, kendi eksik ve kusurlarımızı görme zamanı. (Cemaat özeleştiri yapsıncılar'ın da sevinmek hakları)… (İ.D.)

*

Zor zamanlardan geçtik. Çirkin sözler işitti kulaklarımız. İnsanların büyük bir iştahla kitaptan uzaklaştığını, hayatın basit oyuncaklarına râm olduğunu gördük. İlim ve irfan sahiplerinin acizliğine, suskunluğuna, boyun eğişlerine şahit olduk. İlmi, irfanı ve izanı bu ülkede ayaklar altına almaya tevessül edenlerin yüzlerini kapkara olmuş gördük. Büyük bir badire atlatıldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak... ama insanlara hele Müslümanlara olan inancımın kırıldığını ve onlara kırgın olduğumu söylemeliyim. Kur'an'ın ayetleri ve hadisler hiç bu kadar anlamlarından koparılıp suistimal edilmemiş ve müfteriler hiç bu kadar kendilerine iktidar bulamamışlardı. Bu hâlin ve dilin de artık bu ülkede uzun bir zaman daha terk edileceğine inancım yoktur.

Bardağın kırılmaması, suyun taşmaması gerekiyordu. Artık işler şirazesinden çıkmış, ortalığı serseri mayınlar kuşatmıştır. Kibir, gönüllerin sevinç ve naifliğine galebe gelmiştir. (Y.Ç.)

*

Allah sizi bildiği gibi yapsın inşallah; ben yıllarca camianıza bağışta bulunmuş ve bunun için mücadele etmiş bir vatandaşım, hakkımı size haram ediyorum. Rabb'im sizden evlatlarımın, ülkemin geleceğinin hesabını sorsun inşallah; sizin ve Hocanızın “Allah birdir” dediğinden başkasına asla inanmam, kim neye tapıyorsa rabbi odur; sizin ve hocanızın güç ve para için yaptıkları malum. Rabbim hepsinin hesabını sizden sorsun; Amin. (V.E.)


Kaynak (Arşiv)