Bir simitçi, bir cumhurbaşkanı ve bir siyaset adamı

İsmini not edemedim; ama görüntüsü unutulur gibi değildi: temiz giyimli, 60 yaşlarında bir adam, simitçi tezgâhının başında simit satıyordu; daha önce Bağ"Kur'dan emekli olmuş; ancak ilâve iş olarak simitçilik yapmak zorunda kalmıştı. Bu adam Cumhurbaşkanı'nın öz be öz halasının oğluydu.

Televizyoncuların kendisine ilgi göstermesinden rahatsız bir tavrı vardı. Halaoğlu'nu karşılamaya gitmemişti; belli ki protokol duvarlarını akrabalık ispatı ile aşmağa kalkışmak ona gîran görünmüştü. Seçildiği zaman Ankara'ya tebrike de gidememişti, işiyle meşguldü, eli ayağı tutuyordu ve bu ilginin sebebini anlayamıyordu.

Meşhur, zengin ve nüfuzlu akrabalarla uzun yıllardan sonra yeniden karâbet peydâ etmekten sırf kompleks eseriyle çekinen insanlar vardır. Birkaç dakikalık görüntüden anlaşıldığı kadarıyla Sayın Sezer'in halaoğlunda böyle bir eziklik hâletinin eseri yoktu. Her hali tabii idi; Sayın Sezer, Cumhurbaşkanlığı'na seçilmek yerine bir taşra kasabasında tetkik hakimliği vazifesinden emekli olup köşeceğine çekilmiş olsa bile aralarındaki akrabalık hukuku artıp"eksilmeyecekti.

O beyefendiyi gurur ve gıbta ile seyrettim; eminim ki Cumhurbaşkanımız da böyle onurlu, tabii ve istiğnâ sahibi biriyle akraba olduğu için iftihar duymuştur. Nepotizm, yani "akraba kayırmacılığı", bizde sadece yaygın siyâsi kültürün sık rastlanır bir illeti değil, siyasî ilişkiler haricinde de büyük oranda genel kabul gören bir ruh marazıdır. Pek çok kamu işyerlerinde birbiriyle akraba veya hısım durumundaki kişilerin adeta aşiret düzenini hatırlatırcasına yuvalanmış olması, şüphesiz liyakat eseri değildir ve Nepotizm'in bürokraside aşağıdan yukarıya doğru hemen her kademede mevcut olduğunu gösterir.

Cumhurbaşkanı'nın akrabalık hukukuna ne derece ehemmiyet verdiğini bilmeyiz; esasen bu, kimseyi de ilgilendirmez, fakat bir noktada artık tereddüdümüz yok: Sayın Sezer, liyakat icabı da olsa, bir yakınının dedikoduyu mucip bir kamu hizmetine atanmasını hoş görmeyecek kadar ketum ve hassas bir insan. Sayın Sezer'in siyâset adamları nezdinde neredeyse mânidar bir müşterek teşkil edecek derecede homurdanmalara yol açmasının belki de en bariz sebebi, siyaset ve kamu ahlâkı hususlarında bükülmez bir kararlılığa sahip olduğunun anlaşılmış olmasıdır. Vaktiyle bürokrasinin zirvelerinde görev yapmış, bakanlıklarda bulunmuş bir siyaset adamının söylediklerini şimdi daha daha iyi anlıyorum.

"Buralarda herkes yanında rahatça suç işleyebileceği insanları maiyetinde bulundurmaya bakar; şahsiyet ibrâzında kararlı, dürüst, hüsn"i ahlak sahibi ve hukuk normlarına hürmetkâr yaradılışta olanların râyici yoktur.

Seçildiğinden bu yana icraatıyla Cumhurbaşkanı, "yanında suç işlenebilir veya çizgi dışına çıkılabilir" bir insan olmadığını gösterdi. Böyle bir liderlik tipi, Türk siyasî hayatının pratiği için başlıbaşına mühim bir kazançtır; nitekim alçakgönüllülüğü, hukuka saygısı, lüzumsuz teşrifattan sıkılması ve yerleşik kurallara riayeti ile Sayın Sezer, daha şimdiden çok geniş ve anlamlı bir kamuoyu desteği sağlamış bulunuyor. Kamuoyunun Cumhurbaşkanını desteklemesi ise sevinmemiz gereken bir başka vâkıadır.

Halk arasında, "şeyh uçmaz, onu uçururlar" diye bir söz vardır; bu söz, liderlik karizmasının aslında bir inşâ eseri olduğunu ve ancak başkalarının yardımıyla parıldayabileceğini de anlatır. Göründüğü kadarıyla Cumhurbaşkanı, devletin yüksek katlarında pek alışılagelmiş olan sathi saygı ritüellerine, içi kof merâsim âdâbına aldırış etmeden devlet başkanlığı makamının tevâzu ile doldurulabileceğini de gösterdi. Seciye ibrâzının husûmet çekmesi tabiidir ve daha yakın zamanlara kadar kendisi hakkında, "ukalâca bir saygısızlık sigâsı teşkil etsin diye" "Ahmet Bey" diye yazıp çizenler de henüz unutulmadı. Sayın Cumhurbaşkanı'na, "eski köye yeni adet getiriyor" diye homurdananlar, onun şatafatsız ve mütevazı icra tarzını eleştirenler yine de eksik olmayacaktır; fakat millet, devletin yüksek katlarında "sahici" insanlar görmeğe müştaktır; Sayın Sezer'i destekleyen kamuoyu kitlesinin ezici ekseriyeti buna işaret ediyor.

Karizmasını kendi eliyle reddeden, demokrat ruhlu devlet adamlarına ne kadar susamışız meğerse!


Masamın üstündeki kitap, olgun bir siyasî edebiyat nümûnesi olduğu kadar bir siyâset adamımızın edebî vechesini aksettirmesi bakımından konuyu tamamlıyor. Sayın Ferruh Bozbeyli, çocukluk ve gençlik günlerimizin unutulmaz TBMM Başkanı olarak zihnimde yer tutmuştu; bu defa onu bir "erbâb"ı kalem" olarak tanımak fırsatını bulunca hakkındaki müspet intibâm daha pekişti. "Alaca Siyaset"(*) başlığı ile yayınlanan "siyasî hikâyeler"in özü, hem siyaset kulislerini, hem de selîm bir edebiyat zevkine işaret eden birbirinden güzel hikayelerin siyâsî muhtevasını aksettiriyor. Sayın Ferruh Bozbeyli, bu kitabında çok güzel ve temiz bir Türkçe ile aslında siyaset adamı dediğimiz insan tipinin, millete nispetle nerede "durması" gerektiğini çok latif atıflarla şerhediyor ve kitap, bu niteliği ile bir "siyâsî bilgelik" vasfı kazanıyor. Doğrusu Sayın Bozbeyli'nin daha önce "Birinci Cemre" adıyla bu evsafta bir kitap yazdığını bilmiyordum; "Alaca Siyaset" Birinci Cemre'deki yazıları da ihtivâ etmesi bakımından benim gibi bîhaberlere haberdar olmak fırsatını da veriyor.

Sayın Ferruh Bozbeyli'yi, bu özlü, latif ve akıcı esere imzâ koyduğu için tebrik ediyorum. "Alaca Siyaset" bence, kendi vâdisinde daha şimdiden kalıcı bir yer tutmuş bulunuyor.

(*) Alaca Siyaset, Siyasi Hikayeler, Ferruh Bozbeyli, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2000, 176 s.


Kaynak (Arşiv)