Bir sıkımlık diş macunu

Galibası yok, şöyle bir tehlike durumu tasavvur ediliyor:Ülkede sayıca az asker, hukukçu, bürokrat ve burjuva, laik rejimi korumak için bütün dikkatlerini seferber ederek gergin bir vaziyette beklemekte ve aykırı gelişmeleri ânında bastırarak rejimin balans ayarlarının bozulmasına izin vermemekte, gerektiğinde uluslararası hukuk kurallarını ve adâlet duygusunu zedelemek pahasına sert tedbirlere yönelmekten çekinmemektedir.

Buna mukabil sayıca daha fazla bir kemmiyet teşkil eden toplum, laikliği bir türlü benimsememiş haldedir. Bulduğu ilk fırsatta laik nizamı köşesinden kenarından kemirmekte, sulandırmakta ve laikliğin kalesinden bir tuğla koparmayı kâr saymaktadır.

Öyle midir? Mesele bu kadar kaba-saba bir tasvire kadar ircâ edilebilir mi?

Laiklik taraftarları, pratikte modern hayat tarzını savunduklarını ileri sürüyorlar; bu iddia, laikliği eleştirenlerin modern hayata tab'an muhalif oldukları varsayımını kapsıyor. Ömürlerini laiklik uğruna mücadeleye hasreden bürokrat, asker, hukukçu, akademisyen veya burjuva takımı, esasında kifâyetsiz ve kısır bir ideolojik lugâtle ayakta durmaya çabalıyorlar ve fikirlerini nakzeden olgular karşısında yürüttükleri tartışmanın bir üst seviyesine terfî edemiyorlar. Sebebi açıktır: Modern hayat tarzı, artık laikliğin alâmet-i farîkası olmaktan çıkmış, bir tüketim kalıbı sûretine bürünmüştür. "Asrîlik-gerilik" dikotomisi bugünün değil, (Yakın Türk tarihi esas alındığında), Meşrutiyet öncesi zamanların tahlilinde kullanılabilecek, modası geçmiş bir araçtır. Aynı vâsıtayı 21. asrın Türkiyesi'ne uygulayarak sosyal tahlil yapmak gülünç oluyor; hastanelerin kan servislerinde hijyene uygun tıbbî setler kullanmak yerine, boynuzla hacamat yapmaya kalkışılmasından farksız.

Modernlik herkesi kapsıyor; matah bir netice diye söylemiyorum; muhalifi yok ki lüzûmundan veya rejim için ne kadar gerekli olduğundan bahsedebilelim: Modernlik, bir tüketim kalıbı olarak mezralardan, korunaklı büyük burjuva sitelerinde yaşayanlara kadar herkese aynı derecede hükümfermâ.

Niçin bu elverişsiz araçta ısrar edilir; bu biraz da "Sünnetçinin vitrini" hikâyesine benziyor. Vaktiyle "Bunlar otobüslere haremlik-selamlık getirecekler; kadınların başı açık gezmesini yasaklayacaklar" paranoyası propaganda edilmişti, gülünçtü. Laiklikten hazetmediği varsayılan kalabalıklar, modernizmin en sıkı müşterisidir bugün. Başını örtenler, evlerinin ötesinde çılgınca bir ritimle akan ve değişen hayata katılmayı talep ediyorlar; onlar da en az laikçiler kadar iyi tüketici ve şüphesiz laikçilerden daha fazla liberal bir bakış açısına sahipler; "bir lokma, bir hırka" felsefesiyle tüketim kalıplarını lânetlemiyorlar, sadece satın alırken kendi kriterlerini öne çıkarıyorlar ve kaçınılmaz bir sûrette dünyevîleşiyorlar. Onlar da iyi meskenlerde, villalarda oturmak istiyor, süpermarketlerde marka stantlarının önünde duraklıyor, imkân nisbetinde yaz tatili programı yapıyor, pahalı mücevher takınıyor, iyi arabalara biniyorlar.

Peki, modernlik, laikliğin kaçınılmaz bir cüzü değilse nedir Laiklik?

Laikliğin kitabî târifinden herkes usandı, öyleyse bir başka târif yapalım: Laiklik, Türkiye'de egemen zümrelerin lüzumundan fazla asıldığı ve abandığı bir ideolojik paroladır; bir nevi hâkim sınıf ideolojisi; üstelik gereksiz abanmalardan ötürü fena halde "bel vermiş" durumda.

İnanmazsanız şu havuz problemini çözmenizi tavsiye ederim: Birer kamu alanı olan câmilerde, birer kamu ajanı mevkiindeki din görevlilerinin yevmiye beş kere dinî âyin ve ritüel idare ettiği bir memlekette laiklik veya kamu alanı kavramları ne mânâya gelir?

Doğru cevaplar arasında çekilecek kurada kazanan talihliye...


Kaynak (Arşiv)