Bir plastik leğen ve iki düzine çamaşır mandalı

Memleket gündemine kabak tadı hâkim; on köşe yazısından sekizi, bold karakterle dizilmiş "Ecevitler" ibaresi ile mülemmâ: Kavram artık çoğul sigâsı ile kullanılır oldu ve ben sosyal demokrat partilerin iç işlerini hiç merak etmesem de kendimi birden Hüsamettin Özkan sempatizanı gibi hissetmeye başladım ki bunlar hayra alâmet şeyler değil tabii. Bir şekilde arınmak, durulmak lâzım. Çâre; çâre kitaplarda. Cevdet Paşa'nın Kısas"ı Enbiya'sı ne güne duruyor? Evvela Kültür Bakanlığı neşrini elden geçiriyoruz; kabri nûr olsun, Mâhir İz merhum sâdeleştirmiş fakat nedense Türkçesi akmıyor. Aslına müracaat ediyoruz. 1331 tarihli Kanaat Kütübhanesi baskısının ikinci cildi ile 72 baskılı Bedir neşriyatı harf be harf birbirini tutuyor ve asıl Cevdet Paşa ile temâsa geçebiliyoruz. Bu iyi, peki Mâhir Bey rahmetli bu metin sulandırma işine nasıl rızâ gösterdi, meçhûl. Ömer İbn Abdülaziz faslı: Emevi sülâlesi içinde çakıllar arasında bir elmas gibi parıldayan merhûmun zamanında gayrımüslimler arasında İslâm'a dönüş cereyanı dikkat çekecek ölçüde artınca Horasan valisi Cerrâh, Halifeye mektup yazıp "Bunları hıtân (yani sünnetli olup olmadıklarını muayene) ile imtihan et" teklifinde bulunuyor. Zira cizye gelirleri, her ihtidâ ile birlikte dikkat çekecek ölçüde azalmaktadır; vâlinin derdi bu. Ömer'ül Adl, yani Ömer İbn Abdülaziz cevâbi mektubunda diyor ki, "Allah'ü Teâla, Muhammed (sas) hazretlerini nâsa dâvetçi gönderdi. Hâtin, yani sünnetçi göndermedi." Ardından Cerrâh Şam'a celb edilerek azlolunuyor ve yerine yeni tayin yapılıyor.

Cevdet Paşa'yı sâdeleştirmek ne demek? "Yeni nesil anlamıyor, hiç değilse böylece ne dediği anlaşılır ve daha çok okunur" mantığı, Cumhuriyet Pozitivizmi'nin yayın politikasında yuvarlandığı en ucuz çukurlardan birisi. Böyle baskılara ilmi açıdan atıfta bulunamazsınız, "efendi, aslı dururken gölgesine müracaat etmek usûlce sakattır" deyip çiziverirler. Peki, sıradan okuyucu için durum aynı mıdır? Hemen hemen! Ahmet Cevdet Paşa, kendi lisan özellikleri ve üslûbu ile bir heyettir; Reşat Nuri veyâ Mustafa Kemal Atatürk de öyle; sıradan okuyucu bile bu metinlerin aslı ile muhatap olmak hakkına sahiptir. "Efendim anlamıyoruz." Anlamayabilirsiniz, anlamak için emek sarfetmeniz gerekir ve okuma"yazma bilen herkesin Türkçe ile kaleme alınmış her metnin derûnuna nüfuz edebilmesi gerektiği popülist bir efsânedir. Bu işleri ciddiye alan ülkelerde bu cinsten metinlerin "evvelâ orijinal metin olmak üzere" muhtelif yayınları birlikte yapılıyor. Kültür Bakanlığı, bugüne kadar Cevdet Paşa'nın hangi eserini aslına sadâkatle neşretti bilmiyorum.

"Bu da kabak tadı veriyor" diye yakınabilirsiniz ama mühim bulduğum için tekrâra mecburum: Bazı aydınlarımız, "Türkçe mahvoluyor, İngilizce bakkal tabelalarına kadar sirâyet etti" diye yakınırken hayli ilgi celbediyorlar. Bu noktaya kadar haklılar, ne var ki bundan sonrası için, "Türkçeye sahip çıkalım" yuvarlamasını tekrardan ötede sâlih bir çıkış yolu gösterene raslamadım. Açık konuşalım; Türkçe'nin belkemiği göçertilmiştir ve sadece İngilizce'nin sirâyetine dikkat çekerek Türkçe mücadelesi verilemez. Çâre, dilin mantığını, dilin dünyâsını, rûhunu, kimyâsını ve içinde varolduğu topyekûn âlemi muhafazadır. İngilizce kelimelerin yerine TDK'nın teklif ettiği yeni kelimeleri kaim kılarak Türkçe mücadelesi vermeye çalışanların başarılı olmak ihtimâlleri yok zira bugünün Türkçesi'nin kendi tarihiyle bütün bağları koparılmıştır. "Tarihi Türkçe'yi ihyâ edelim" demek değil bu; en hafif tâbirle "Tarihi Türkçe'nin günümüz Türkçesi'ni beslemesine imkân verelim" teklifinden bahsediyorum. Yeni dille yeni toplum inşâ etmeye kalkışmışsanız başınıza böyle sevimsiz işlerin gelmesi tabiidir. Evliya Çelebi'nin o müthiş Türkçesi, bugünün Türkçesi'ne ne verebiliyor? Hiç. Yapı Kredi yayınları, bu şâheserin orijinal lisânına sadakatle yapılmış en az tartışılır baskısını neşrediyor; emeği geçenlerin ellerini öperim lâkin tek çiçekle bahâr olur mu? Biz, Klasik kaynaklarla dilimizi, irfânımız ve düşüncemizi zenginleştirme şansını "dil devrimi" adını verip iftiharla yâdettiğimiz o akıllara ziyân tahrib cinneti esnasında kaybettik ve adını da muasırlaşma koyduk; halbuki muasır dünyada hiç kimse kendi hâfızasını bir plastik leğen ve iki düzine çamaşır mandalı mukabilinde takasa rıza göstermemişti.

"Good Bye Türkçe" dediğinizde mecburen bir cümle sonra "Welcome English" noktasına gelmek zorundasınız. Zira İngilizce bir "dil"dir ve Türkçe'nin bugünkü hâl"i perişânı İngilizce ile rekabet edemeyecek kertede tâkatten düşmüştür. Doğru teşhise istinâd etmeyen tedavi ise ancak hastalığı ağırlaştırmaya yarar.

Nitekim vaziyet işte bundan ibarettir.


Kaynak (Arşiv)