Bir ödlekliğin hikayesi
"Taşralı" olmanın bedeli bu defa ağırdı; büyük bir iştiyak ve sevinçle katılacağımı vaat etmeme rağmen geçen haftanın son iki gününde rahmetli Cemil Meriç'in hatırasını taziz için yapılan faaliyete iştirak edemedim. Yola çıkacağım günün sabahı, şehiriçi caddelerinde otomobillere kaba patinaj figürleri yaptıran kar salvosu gözümü yıldırdı; "Sivas nire, İstanbul nire"ydi. Halbuki Dersaadet yaranı ile ağız ağıza verip iki günlük kabataslak bir İstanbul programı yapmıştık bile: Evvela gülden nazik ve fikr-i muhalden ince bir mektupla gönül hanemi onurlandıran kıymetli sanatkarımız Cinuçen Tanrıkorur Beyefendi'yi -eğer mümkünse- evinde ziyaret edip gıyabi hayranlığımı "vicahen" tescile yeltenecektim. Sonra sevgili ahbabım Ömer Faruk'la kafa kafaya verip Beyoğlu'ndaki kitapçı dükkanlarını tavaf edecek, Ötüken'e uğrayıp Nurhan ve Erol beylerin hatırını sualden ba'de, efsanevi "İspir'de alabalık avı" hikayeleri refakatinde an'anevi fıstıklı kadayıf ağırlamalarına muhatap olacaktık. Ardından ver elini "Türk Edebiyatı Vakfı"; Kabaklı Hoca'ya hürmetlerimizi arzettikten sonra sevgili Gazi Altun Bey'i manevi müzayaka altına alıp kendimizi Sultanahmet Köftecisi'nde ağırlattırmak da vardı hesapta. O günün akşamı galib ihtimalle sevgili Beşir Ayvazoğlu'nun nazik eşi Handan hanımefendiden vaki olması muhtemel yemek davetine icabet edip, "Çengelköy'deki patlıcan kebabı" menkıbesini bir kere daha yad edecektik. İstanbul Belediyesi'nin Cemil Bey'in hatırası için tertiplediği toplantıda çoğunu bir ömürde bir veya birkaç defa görebildiğim nice kıymetli dostla merhabalaşıp sohbet etmenin zevkini de unutmamalı. Ve nihayet, İstanbul'a gelip de Zaman'a uğramamak olmazdı elbette; hele Aksiyon'un "aksiyoner" delikanlılarıyla oturup kahve höpürdetmeden hiç olmazdı.
Bunlar muhtemel bir İstanbul ziyaretinin leziz tabloları; benim için İstanbul'u ilk ziyaretimde mutlaka ödenmesi gereken bir borcun tediyesini de programa katmak gerekecekti; neredeyse bir sene evvel Akra FM radyosunun yapımcılarından Coşkun Bey'in nazik program teklifini, dışardan bakılınca "kalleşçe" görünebilecek bir soğukkanlılıkla askıda bırakmış ve radyoda bulunmam gereken saatte çoktan Sivas'a doğru koşturan bir otobüste memleket türküleri mırıldanmaya başlamıştım bile. Coşkun Bey sağolsun, efendi haliyle sitemini iletti; ama günün birinde mutlaka Akra FM'de "Divana Gelenler" programının sohbetçisi olmak borcunu da boynuma iliştirdi. Ne diyelim; inşallah o bayıldığım "Gülücük" hanım, gelinlik çağına gelmeden Akra'yı ziyaret etmek nasib olur bir gün.
Üç yıl önce bir yere, "Metropolü dehşete düşüren sıradan tabiat hadiseleri; o şirin kar savruntuları, rahmetten haber getiren yağmur sağanakları ve gök gürlemeleri, taşralı şairlerde hala 'fikrimin ince gülleri'ni fidelemekte ve 'meyhane' taşradan hiç de mukassi görünmemekte" diye yazmışım, büyük söylemişim; henüz afyonu patlamamış rüya işçilerinin bir bardak suda boğulmak endişesiyle allak-bullak olmaları gibi taşranın sıradan ahengine bir avuç kar lapalayan gökyüzü ödümü koparıverdi de onca muhtemel lezzetten mahrum kalıverdim. Hususen Cemil Meriç adına düzenlenen toplantıya katılamamak; ama intibaları gazete sütunlarından izlemek vicdan azabından da öteydi.
Geçenlerde İlber Ortaylı Hoca'mızın sade üslubu içine şaşırtıcı zenginlikler gömdüğü "İstanbul'dan Sayfalar" isimli eserini karıştırırken, "Başka İstanbul Yok" başlıklı yazıyı yeniden okudum; evet, başka İstanbul yok, o hepimizin ait olduğu bir iklim ve bir manada sadece İstanbulluların temellüküne bırakılamayacak kadar anonim bir gazel. Evliya Çelebi'nin "Şefaat ya Resulallah" niyetini sehven "Seyahat ya Resulallah" biçiminde telaffuz etmesi gibi bu fakir de galiba bir eşref vakitte "hareket" dilenirken dil sürçmesine uğrayıp "ikamet" kekelemiş olmalı ki bir avuç kar serpintisinin tehdidiyle İstanbul'a uzaktan bakakaldım.
Her ne ise, nasib olursa yine vasıl oluruz; İstanbul'u mesken tutmuş dostların şahsında bu sütunun bütün müdavimlerine hayırlı Ramazanlar ve mesud yıllar temenni ediyorum efendim.