Bir direniş destanı!

Meclis'teki Anayasa ve Adalet Komisyonu'nda görev yapan on partili yiğit vekilimizden aldığımız ilhamla sabah erkenden birbirimize cep mesajı göndererek Zafer Çarşısı girişindeki Rumeli işkembecisinde toplanmaya başladık.

Bir porsiyon tuzlamayla bir ekmek götürdüğümüzü gören lokantacı kızdı, "Ayıptır, yuh" filan dedi. Tuzlama tenceresini adamın kafasına geçirerek şanlı direnişi başlattık. Altı oklu bayrağımızı açarak bulvara doğru slogan atarak yürüyüşe geçildi. Elinde kılıcıyla ayakta durarak Çankaya'yı seyreden ve sanki, "Ne günlere kaldık ey gaazi hünkâr" diye hüzünlenen Atamızın heykeli etrafında toplanarak saygı duruşu yaptıktan sonra "Durmak yok yola devam" diyerek trafiği kestik. Emekçi ve devrimci halkımız etrafımızda öbeklenmeye başladı. Herkes, "Bıktık artık bu iktidardan" diye haykırırkene hemen karşıdaki orduevinin pencerelerinden birkaç alkış sesi duyulunca yüreklendik. Arkadaşlar hemen "Ordu-Bürokrasi elele; CHP hükümete!" sloganı atmaya başladı. Bu arada "Gidin başka yerde eylem yapın, ekmeğimizle oynamayın ulan" şeklinde provokatif karşı devrime kalkışan taksici ve otobüsçü esnafı, gerici tutumundan ötürü bir güzel dövülüp yuhlanarak, direniş mahkemelerine sevkedildi. Gezici istiklal mahkemesine gönderilen taksici-otobüsçüler, zaten yeterince dayak yedikleri için serbest bırakıldılar. Yamaçlardan kopmuş bir çığ gibiydik; devrimci direnişin gücü emekçi yumruklarımızın ucundaydı; hissediyorduk!

Öğle saatlerine doğru acıkmıştık hâliyle; genel merkezden poşetlerle kumanya geldi ama yetmedi; hâliyle pamuk elleri cebe atarak kokoreç simit vesaire öğünü geçiştirdik ama bu iaşe ve ikmal düzeneği ile devrim yapılmayacağını söyledim arkadaşlara, "Bakın bu böyle gitmez" dedim. Neyse ki yurdun dört yanından şanlı direniş haberleri gelmeye başladı; ordu zaten bizden yanaydı, polis de kitleler halinde direnişime katılmaya başlayınca keyifleniyorduk. İkindi üzeri, "Çağdaş demokratik restoranlar birliği"nin gönderdiği bir şarap tankeri destek için geldi. Herkese kâğıt bardak dağıtıldı, tankerin vanalarından bedava şarap dağıtıldı. Yoldan geçen insanlar, "Nerede kaldınız, canımız size feda; yeter ki kurtarın bizi bu zalim iktidardan" diye ağlayıp, yalvarıyorlardı. Gururluyduk, halk böyle yapardı işte. Arka saflardan, "Faşizmin kalesini çökertelim; Söğütözü'ne yürüyelim. İşbirlikçi hükümetin yuvasını dağıtalım!" diye bağırınca "Hurraa" dedik. Birader, Söğütözü dünyanın yolu fakat parti adına el koyduğumuz vesait ile binlerce direnişçi olaraktan Söğütözü'nü bastık bir güzel. Korkak iktidarın çanakçı yandaşları tırsıp soluğu çoktan New York uçağında almışlardı bile. AK Parti genel merkezine girip cam çerçeve darmadağın ettik. Gizli kasalarını dinamitle uçurup halktan çalınan paralara kamu adına el koymak istedik ama kasalardan yeni anayasa taslakları çıkınca hırsımızdan parça-pinçik ettik. Bu işlerde tecrübeli bir arkadaş, "Bari birkaç parça kadın iç çamaşırı bulsaydık; ilerde lâzım olurdu be" diye epey sağa sola baktıysa da bulamadı. Akşam oluyordu. En üst kata çıkıp partinin bayrağını çektik, karnımız acıkıyordu. Bu esnada genel başkanımız geldi. Kendisini omuzlarımızda gezdirirken, "Arkadaşlar yanlış anladınız; biz direnin dedik ama entelektüel anlamda, manevi anlamda direnin dedik; siz işin tadını kaçırdınız" diye birşeyler geveleyince kendisine de yuh çektik. Devrim artık kendi evlatlarını çerez gibi yiyordu. Şanlı direnişimiz her tarafta çığ gibi yükseliyordu. Televizyonlar Silivri'den canlı yayına geçtiler; sanıklar kahramanlar gibi çıkıyor, zâlimler denize atlayarak yüze yüze Yunanistan'a geçmeye çalışıyorlardı. O arada Gürsel başkanı gördüm. Bana, "Necati, ne yap yap Meclis'i ele geçir; oradan telefon et, hudut kapılarını kapatsınlar" diye talimat verince "emredersiniz" deyip kapıdan fırladım; meğer 7. katın yangın kapısıymış o! Yallah 7. kattan aşağı.. Düşerken kendime diyorum ki, "Yav Necati, bu en mutlu günde 7. kattan düşüp devrim şehidi olmanın sırası mıydı?"

Bir uyandım, ortalık batmış; ter içindeyim..


Kaynak (Arşiv)