Bir Cim-Bom şampiyonluğunun felsefi arkaplanı

Futboldan hazzetmediklerini gizlemeyen arkadaşların "Ne anlıyorsun şu futbol taraftarlığından." sorularına manidar bir cevap bulmakta hep zorlandım; bu müşkülün temelinde "oyun" kavramı karşısında yetişkinlerin kendilerini bir türlü rahat hissedemeyişinin tedirginliği olmalı. Oyunu herkes sever; ama bunu sadece çocuklar itiraf edebilir. Bu espriyi Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre'nin yeni kitabını okurken fark ettim; "Gel de çık işin içinden" adını taşıyan ilginç eserinde Prof. Özemre Zürich'te hediyelik eşya ve oyuncak satan bir mağazanın vitrininde aslının bütün özelliklerini taşımasına rağmen onun kere kere küçültülmüş bir kopyası olan "Mearklin" marka lokomotifi nasıl heyecanla ve satın alma arzusuyla seyrettiğini anlatıyor; ne var ki on beş profesör maaşına denk bir etiketle karşılaştığında nasıl burkuluverdiğini de gizlemiyor. Galiba yaşlanmak, biraz da "oyun" kavramını fazlaca ciddiye aldığımız zamanlara denk geliyor.

"Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir." ayetiyle karşılaşınca (En'am, 32) ve aynı hükmün Kur'an'da dört kere tekrarlandığını fark edince oyun kavramını alışılmış kalıpların dışında anlamak gerektiğini hissettim. Bu ayetlerin üçü ahiretin daha hayırlı ve daha hakiki olduğu hatırlatılarak devam ediyordu. Dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğunun defalarca tekrarı, oyunun içindeki biz insanlar için oyuna, oyun dışından bakmayı da gerektiriyordu; oyun, kaidelerine itaat edilerek sürdürülmeli; ancak bitiş düdüğüyle birlikte oyun dışı bir düzleme geçeceğimizi bilmeliydik. Belki yanılıyorum; ama bu ikazlardan çıkardığım mana, oyun kavramını boş, sevimsiz ve hayide bir meşgale olarak değerlendirmek yerine, "oyunu ciddiye almak" gerektiği oldu.

Esasen her oyun, hayatın karikatürü değil midir? Ayıplanması gereken oyuna "katılmak" değil, oyuna "kapılmak" ve oyunu hayat ile aynı şey zannetmek olmalı. Oyunda bize efsunlu görünen şey, oyuncağın ve eğlencenin kendisinden ziyade kaideleridir. Körebe oyununun zevki, ebenin kendisini kör hissetmesiyle mümkündür; toprağa değnekle çizilen bir çizgi, oyun mantığı içinde siyasi hudutlardan daha sahih bir hattır ve üstüne basanı "yakan" ve oyun dışı bırakan bir etkiye sahiptir. Oyun, soyutlama kabiliyetini artırır ve hayal gücünü kamçılar.

Siyaset, sanat, ilim, edebiyat gibi gözümüze çok ali görünen kavram ve kurumların aslında birer oyun olduğunu fark edebilsek kimbilir ne kadar rahatlar ve kendimizi daha mutlu hissederdik; keza aile hayatı, gündelik hayatta itaat etmek zorunda kaldığımız nice mükellefiyetler de dışardan bakılabildiğinde bir oyundan ibaret olduğunu hemen ifşa ediveriyor. Mesleklerimiz, meskenlerimiz, kullandığımız araçlar birer oyun aksesuarı. Hayat oyununun tadını çıkarabilmenin ilk ve biricik şartı onun bir "oyun" olduğunu fark etmek.

Oyun, fark edilince güzelleşiyor; ama oyunun içindeyken oyunu fark etmek o kadar kolay değil; her şey o kadar sahici ve kalıcı görünüyor ki. İşin zor tabiatının bir başka veçhesi ise oyun içindeyken bile oyun kavramına "çocuklara mahsus" bir cahillik eseri olarak bakmak; işte bu, böbürlenmek manasına değil de, adalelerin güç hareket etmesi, davranışların, tepkinin katılaşması manasında "kasılmamıza" sebep oluyor. Gülünç bir ciddiyetle oyunu gayrı ciddi buluyor ve daha yüksek şeylerden bahsetmemiz gerektiğine kendimizi ikna ediyoruz; bu nokta, oyunda koptuğumuz yer. Küçük oyunları küçümsemek, daha büyük ölçekli oyunların "oyun" niteliğini ıskalamaya yol açıyor.

Oyun oynamak yanlış değil; oyunu küçümsemek çıkar yol değil; oyun esnasında oyunu fark etmek ve oyunu iyi oynamak, tadını çıkararak, geçici olduğunu bile bile heyecanını yaşayarak ve bitiş düdüğünü daima hatırlayarak oynamak marifet. Oyun içinde gurur veya infiale teslim olmak manasız; her an elektriklerin kesilebileceği yumuşak çimlerle kaplı bir sahada gece maçı oynarken oyunun tadını çıkarmak gibi bir şey bu; yenmenin, yenilmenin de önemi olmamalı; iyi oynamak kafi.

Bunca delil ve hücceti, Galatasaray taraftarlığımı mazur göstermek gayesiyle zikrediyor değilim elbette; futbol dünyanın en basit oyunu; yarım kilo ağırlığındaki bir topun etrafında kurulan renkli bir dünya. Bu sahte dünyayı çirkinleştiren tek şey, onun bir "oyun" olduğunun çoğu kere fark edilmemesi. Futbol oyun olarak harikulade, hayat olarak berbat; onu ciddiye almak insanın veya kitlelerin kendi nefsine zulmetmesinden başka bir şey değil.

Hiç unutulmaması gerekeni unutturan her oyun batıl; unutulmaması gerekeni daima hatırlayarak oynanan her oyun dünya nimeti.

Arslan Galatasaray'ın haklı şampiyonluğunu bu tarzda kutlayan bir futbol yazısı galiba bugüne kadar hiç kaleme alınmadı; futboldan anlamadığını iftiharla kaydeden (mesela Cengiz Aydoğdu, Beşir Ayvaz, Numan Cebeci) ve futboldan anladığını zanneden (mesela Mustafa Kutlu, Doğan Erdinç, Ali Erkul) dostlarıma alçakgönüllülükle duyuruyorum.

Bu bir oyun ve bir epizodunu da biz kazandık; hepsi o kadar!


Kaynak (Arşiv)