Bin düşün bir söyle
"İşret, güher-i ademi temyize mihenktir" demiş Ziya Paşa; bugünün gençliği için her kelimesi başlı başına muammâ teşkil eden zor bir mısrâ.
Halbuki mecâzî derinliği olmayan düz bir ifâdedir: İşret, ilk ve ön mânâsıyla içki meclisi demek. "Güher-i adem", insanın cevheri. Temyiz, "iyiyi kötüden ayırd etme melekesi" demek; mihenk ise aslen "mihekk" olması lâzım gelirken dilimize bu söylenişiyle yerleşmiş bir galat tâbir: "Birinin kadr ü kıymetini ve ahlâkını anlamaya yarayan şey, vâsıta" anlamına geliyor.
Mısrâı, "Adam tanımak istiyorsan onu içki meclisinde tecrübe etmelisin" diye açsak da olur ama şiiriyeti güme gider.
Galib ihtimâl doğrudur; içki, bazı insanlar üzerinde "hakikat serumu" neviinden bir tesir yaparmış. Bana göre bir insanı "işret" meclislerinde tecrübe etmeksizin tanımanın, daha mâsum bir yolu vardır: Konuşturmak! İngilizlerin böyle bir sözü varmış: "Konuş ki görebileyim". Mazmûnu şu; yeterince konuşan kendini gizleyemez, âşikâr eder, çünkü belirli bir yere kadar kontrollü konuştuktan sonra, kendini besleyen bir mekanizmanın kışkırtmasıyla kendimize ve gerçek tabiatımıza döneriz. Gitgide kelimeler üzerindeki seçici dikkatimiz azalır, mantık ve muhakemeden çok sevk-i tabiiler devreye girmeye başlar.
Başbakan'ın bir metne dayanmaksızın yaptığı ayaküstü konuşmalarında sık sık sürçmesinin ilk ve en tabii sebebi budur: İnsanlar dili, zihindeki mânâyı âşikâr etmek için değil, genellikle gizlemek için zorlarlar ama tabiatın fevkine çıkmak kolay değildir. Tabii "es" zamanını geçen her konuşma, kolayca aslî tabiâtına çekilir ve sahibini ifşâya başlar.
İkinci sebep ise bana göre Başbakan'ın, özgüvenini desteklemek için gayret gösterirken mübalağaya kaçmasından kaynaklanıyor. Başbakan'ın siyasi kariyeri, birbirinden zorlu mücadelelerle dolu ve kendisini pek yabancı hissettiği muhitlerde özgüvenini yüksek tutarak başarı çizgisini hep yukarı taşıdı. Kamuoyu önünde genellikle "mutmain" bir görüntü vermekten ziyade "gergin ve her türlü eleştiriyi göğüslemeye hazır" bir vücut ifadesiyle görünmesinin sebebi budur.
Bir başka sebep ise Başbakan'ın kendisini "iyi hatip" olarak değerlendirmesidir; kendisine bu kanaatinde isâbet etmediğini hatırlatacak derecede samimi bir arkadaş muhiti de kalmamış olsa gerektir. Zirvelerde pek arkadaş barınmaz çünkü. Danışmanları ise sıfırdan parti kurup bir sene içinde hapishane koğuşundan Başbakanlık koltuğuna tırmanan bir adama "hitâbetiniz zayıf; her metin hamâset sesiyle telâffuz edilmez" demek cesâreti gösterirler mi bilmem? Her siyasetçinin yüksek derecede hatip olması beklenemez ama bir siyasetçinin aslen öyle olmadığı halde o zannı taşıması, bağcıkları çözülmüş bir ayakkabı ile yürümeye benzer; ne zaman ayakbağı olacağı kestirilemez.
Netice itibariyle Başbakan'ın hitâbet kabiliyeti, bir an evvel düzeltilmesi gereken en âcil memleket meselesi değildir ama şu mâlum İzmir imâsı, dört-beş gündür gündemi işgal ediyor. İzmirli olsam ben de feverân ederdim çünkü o konuşmada Başbakan, İzmir'in bu intibâı silmesini, ancak yapılacak ilk seçimlerde iktidar partisini destekleme şartına bağladığını ihsâs ediyordu. İşte bu muhakeme zincirindeki aksama, genetik şifrelerimizdeki "şifâhî"liğin, kitâbîliğe galebesidir. Atasözü kitaplarımıza bakınız; hep "söz" üzerine üretilmiş değerlerle doludur. "İlim bir avdır; yazmak ise onu yakalamaktır" meâlindeki Arap kelâm-ı kibârını bizimkiler de baştâcı etmişler ama bu sözü, ilmî te'lifleri övmek mânâsında yorumlamışlardır.
Konuşurken, yazıda olduğu gibi kontrollü davranmak sadece Başbakan'ı değil, hepimizi ilgilendiriyor. Çâresi basit ama tatbikatı kolay değil. Ne derler; "bin düşün bir söyle!"